Bilindiği gibi, 31 mart yerel seçimleri ülkede egemen sınıfa ait burjuva partileri açısından olduğu kadar sol, sosyalist, devrimci kurum ve çevreler açısından da bir dizi önemli sonuçlar ortaya çıkardı.
Bunların yanı sıra DHP’de Dersim Halk İnisiyatifi çatısı altında girdiği bu seçim sürecinde, birçok politik çevrenin yaşadığı sorunları kendi özgünlüğünde yaşayarak deneyimlemiş oldu. Gerek hakim sınıf kliklerinin elde ettiği sonuçlar, gerek muhalif sol, sosyalist, devrimci kesimlerin gerekse de mikro düzeyde DHP/Dersim Halk İnisiyatifi’nin karşılaştığı sonuçlar, üzerinden üç ay gibi uzun bir zaman geçmeden, hemen seçim ertesi değerlendirilerek kamuoyuyla paylaşılması gerekiyordu. Doğru olan buydu, böyle olması gerekirdi. Gelinen yerde bizler açısından muhasebe edilerek bilince çıkartılmış, zorunlu bir özeleştiriyi gerektiren, bizlerin subjektif düşünüş ve buna dayalı çalışma tarzı ile alakalı nedenlerden dolayı, bu açıklama bugüne kadar ertelenmiş oldu.
Daha başta tüm samimiyetimizle belirtmemiz gerekir ki, bu gecikmenin kendisi tamamen bizlerin kolektif çalışma tarzına ayak direyen, kendiliğindenciliğe dayalı, sözle pratiği birbirine bağlamayan, sözü ayrı pratiği ayrı yerde duran bir tür oportünist tutumdan kaynaklıdır. Dolayısıyla konuya dair bu temelde bir özeleştiri yapılmadan, seçimlerin üzerinden geçen onca zamandan sonra, yapılan bu gecikmiş değerlendirmenin kendisi anlamsız, gereksiz ve de ciddiyetsiz olacaktır.
Seçimin üzerinden üç ay gibi bir zaman geçip, gelinen yerde sıcak gündem olmaktan çıktıktan sonra, geriye dönüp bu sürece dair bir değerlendirme yapılacaksa eğer, doğallığında söze bu gecikmenin özeleştirisiyle başlanmak durumundadır. Öyle yapıyoruz.
Solun genelinin uzun zamandan beri barışık yaşadığı, bizlerin de muzdarip olduğu hakikatle doğru devrimci düşün ve eylem bağı kurmaya engel subjektivizm, politik toplumsal süreçlere zamanında doğru yaklaşmayan, dahası görev ve sorumluluklarını üstlenmede, hata ve eksikliklerinden arınmada irtifa kaybına sebep bir ideolojik duyu yitimi, buna bağlı kendiliğindenci çalışma tarzı, bu tür ihmal ve ciddiyetsizliklere neden olmaktadır.
Oysa Kaypakkayacı 50 yıllık geleneğimizin yığınakta biriktirdiği onca tecrübeyle sabit dersleri, MLM Diyalektik Tarihsel Materyalist dünya görüşümüzün olay, olgu ve politik süreçlere dair bilimsel perspektifi, yerel seçimler gibi sınıf mücadelesi seyrinde tali bir yerde duran “basit” bir meseleyi, esas ve usulden zaman kaybetmeden sıcağı sıcağına değerlendirip kamuoyuyla paylaşmamıza fazlasıyla yetip de artardı bile.
Bu sürecin değerlendirilmesindeki gecikmeyle yaşadığımız, ciddiyetle ele aldığımız eksikliğimizi gidereceğimize dair, önümüze koyduğumuz ödevi önemli bir not olarak kaydettiğimizi, kamuouyu önünde ifade ettikten sonra, özet maddeler halinde seçim sonuçlarına dair değerlendirmemize geçelim.
1- Seçim ertesi egemen sınıf blokunda yer alan kliklerin hizmetindeki burjuva partiler açısından ortaya çıkan politik sonuçlar ve durum.
CHP yerel seçimlerin “galibi” olarak, AKP/MHP faşist bloğunun önüne geçti. Kitlelerin ekonomik merkezli memnuniyetsizliği, yerel ve merkezi olanakları kendi çevresine yıllarca ranta çevirip şişen, obur iktidar yanlısı “müslüman/milliyetçi” kliğin gözü doymaz şatafatı, vurgunları, aymazlığı bu “galibiyetin” temel motivasyonu oldu. Faşist MHP’nin küreğine asılarak, gemisini son on yılda, yeni yetme açgözlülüğüne hizmet için büyüterek derinleştirdiği kapitalist bataklıkda yürütmeye çalışan AKP faşizmi, bu seçimin sonuçlarının teyid ettiği üzere yavaşlayarak inişe geçmiştir. AKP’nin ilk on yılında “açılım” hayallerine inanarak ona katılan, “yetmez ama evet”le, kitlelerden AKP adına “rızalık” isteyen liberaller başta olmak üzere, saray ve çekirdek çevresinin dışında kalan birçok kesim, konjonktürel olarak AKP’yi tahkim ettikleri pozisyonlarını değiştirip, kitlelerin ekonomik hoşnutsuzluğuyla eş zamanlı bir kesişimle birlikte yol ayrımına gittiler.
Kılıçdaroğlu’nun tasfiyesiyle E. İmamoğlu / M.Yavaş’ın vekaleten atadığı Ö. Özel’li “yeni” CHP, “normalleşme” flörtünde görüldüğü üzere, egemen sınıfların yeni dönemi dizayn etmesinde yıldızı parlayan bir enstrüman olarak yetkilendirildi. Gerekli manipülasyonlarla sandıktanda “onay” aldırılıp “yürü” denerek, “iktidar” basamağında tırmanışa geçirildi.
Yirmi yıl boyunca ülkeyi haraç mezat satan, doğayı, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını talan eden, borsa, sıcak para, rant, faiz, betona dayalı “gelişme projelerini” emperyalist sermayeye rüşvet olarak sunurak, kendi avantasına bakan AKP kliği, MHP yedek lastiğiyle obur iştahının kendi tabanında da teşhir olup “yeter artık” dendiği son sınıra kadar kendini zorlamış oldu. Seçim ertesi tez elden CHP’ye göz kırparak, kapitalist aç gözlü oburluğunun ihtiyaç duyduğu, can çekişen “iktidar” ömrünü uzatmak için, “yumuşama” manevrasına geçti. AKP’nin bu manevrası, seçim sonuçlarının yükselterek sağır kulaklara dahi “ölümünü” duyuran çanlar üzerinden okunup, buradan anlaşılması gerekir.
Bugün devrimci sosyalistler, radikal muhalifler açısından yakın tehlike olarak görülüp teşhir edilmesi gereken klik karnı aç, dişleri keskin ranta ve talana uzun yıllardır avuç ovuşturup, diş bileyen CHP kliğidir. AKP/MHP faşizmi kendi kendisini uzun yıllara dayalı politik, ekonomik suçlarından dolayı yeteri kadar teşhir etmiş durumda bulunuyor. Sonları net olarak görüldü. Bu sonu uzatmalara götüren alternatifinin olmayışıydı. Biri İstanbul “müteahhiti”, diğeri Ankara eski “ülkücüsü” kimlikleriyle tahkim edilmiş CHP, güler yüzlü yeni başkanıyla kombin edilerek, alternatif olmaya hazır hale getirilmiş durumdadır. Böylece, AKP/MHP faşist blokuna karşı kitlelerin oya tahvil edilen öfkesi, yeni CHP’yi iktidara taşıyan yelkenleri şişiren bir nicel rüzgar gücüne dönüşmüş görünüyor. Bu durumda CHP’yi devrimci ajitasyon/propagandanın teşhir direğine çivileyerek, yüzündeki “sosyal demokrat” peçeyi yırtıp, halk düşmanı egemen sınıf çirkin yüzünü kitlelere döne döne anlatmak, dönemin önemli bir taktik görevi olarak bizleri bekliyor. “Ölümü” gösteren egemen sınıfların, kitleleri “kansere” ikna etmesine asla izin verilmemelidir.
2- Devrimci ve reformist sol açısından seçim sonuçları hangi verileri sundu?
Radikal devrimci söylemde ısrar eden, pratiği yok denecek kadar güdük politik yapılar, kendi rutin tekrarlarına bağlı olarak yerel seçimlerden uzak durdular. Kitlelerin politik sürece ilgisinin kabardığı, kendi “yerel” yaşamlarına etkide bulunacak aday ve politik temsiliyet aradığı böylesine özel taktik bir sürecin sorularına, stratejik devrim eksenli “soyut” ve “kaba” cevaplar vererek, taktik ve stratejik süreçlerin diyalektik bağından habersiz bir tutumla adeta “bayılma” taklidi yaparak süreci savuşturdular. Oysa devrimci ajitasyon ve propagandanın kitlelere en yakın mesafeden konuşturulup duyurulacağı, böylesi sıcak bir süreç, oluşturulacak geniş bileşenli devrimci platformlarla her açıdan değerlendirilmesi gerekirken, “müzmin”, “üstenci” kaba tekrarcı, tembel alışkanlıklarına esir iradelerini “oyun” dışına yani taca atarak, iyi bir sınav vermediler. Sınıfta kaldılar.
Oyuna dahil olan diğer politik öznelerin ezici bir çoğunluğu reformist partilerdi. Bunlar devrimci mücadelenin tehlikeli sularından varoluşsal olarak uzak duran, tüm stratejileri seçim ve yasaların izin verdiği legal alanda oy ve kitle “kazanmaya” endeksli, en irileri TİP, sırasıyla TKP, EMEP, SOL Parti ve kendi özgün yanlarıyla ayrı ama bu sıralamadakilerle ittifak arayışında olan bir de DEM Parti idi. SMF ise bu seçim sürecinde tamamen ayrı, özel bir değerlendirmeyi gerektiren ve buna oldukça zengin veriler sunan bir yerde durdu. Ona ayrıca geleceğiz.
Birinci grupta yer alan reformist partiler, tamamen oy ve “belediye” kazanmaya güdümlü, yer yer birbirini “rakip” gören bir itiş kakış içinde, dört başı mamur bilindik düzeniçi muhalif reformist bir söylemle, salt kendi yakın kitlesini motive etmeye çalıştı. Çiçeği burnunda Türkiye “İşçi” Partisi biraz daha atak yaparak, yılların eskitmiş “kaşarlaşmış” reformist partilere taş çıkartırcasına, popülist söylemlerine uygun tanınmış “ünlüler”den seçilen, göz kamaştıran albenisi yüksek adaylarla bir podyum oluşturdu. Bu popülist akılsızlığa sebep yönetim maharetiyle, Hatay’da da ciddi bir “kaza” atlatıp, sandık sonuçlarında ortaya çıkan “başarısızlıkla” şok yaşayan TİP kitlesi, seçim ertesinde hızlanan istifalarla gözle görülür bir erime yaşadı.
Öte yandan,TİP’e göre klasik reformist seyrinde daha “dogmatik”, kendi kabuğunda kuruyan bir çaresizlikle kronik can çekişen bir politik darlıkla, radikal devrimci mücadeleyi kitlelere şikayet eden “ulusalcı” TKP, “sosyalizm” soslu SOL Parti ve EMEP, bu seçimlerde de kendi kısır döngüsünün dışına çıkamayarak kitleler cephesinde karşılığı olmayan reformist bir cephenin etkisiz özneleri olma şampiyonluğuyla, o kadar anlam yükledikleri seçimde bir kez daha kaybettiler(!)
Ama burda TKP’nin hakkını(!) teslim etmek gerekir. Beyaz Türkler’in “komünistler”i olarak, bir yanda Güney Kürdistan işgal ve saldırısında hamle yapan “devletlerinin yanında olduklarını” söyleyip, diğer yanda Dersim’in mağlup ve devrik “komünist” başkanıyla Kadıköy sokaklarında “en kötü malı, en çok bağıran işportacılar satar” diyen Lenin’i teyid eden bir şarlatanlıkla şaha kalktılar. Ama nafile, ne kitleler, ne de kapılarında kul oldukları devlet katında mirasını devraldıkları Nihat Sargın, Haydar Kutlu revizyonist TBKP’si kadar bir itibar dahi göremediler.
DEM Parti “Kürt Ulusal- Reformist Sol” özelliğiyle, kayyumlarla işgal edilen yerel yönetim mevzileri, hapse konan yüzlerce üye ve yöneticisi, AKP/MHP faşizminin tüm abluka ve saldırıları altında girdiği seçimlerde büyük bir başarısızlık yaşamasada, kısmi temelde kendilerininde dile getirdiği belirli hatalarına bağlı olarak, istediği sonucu elde edemedi.
DEM Parti Kürt Hareketi’nin ulusal “devrimci” dinamiğinin taşıdığı gücü, “Türkiye’lileşme” siyaseti üzerinden liberal, “sol”, demokrat, aydın, yazar çeşitliliğiyle güçlendirme siyasetine gitmişti. Yeşil Sol’dan DEM’e geçiş bu siyasetin genel seçimlerdeki olumsuz sonuçları üzerinden belirlendi. Eski, klasik, daha geleneksel seçmeniyle yeniden buluşma, uzaklaşanları yeniden toparlama amacı güttü. Ne ki partinin adı değiştiği halde, uzun zamandan beri kodlandığı liberal, tabansız reformist grupları kendine bağlayan siyasetle, buna itiraz ederek uzaklaşan klasik “Kürt seçmeni” arasında sıkışıp kaldı. Bunun ortaya çıkardığı durum genel seçimlerden yerel seçimlere değişmedi. Tabansız reformist “sol”un ünlüleri, cefakar, bedel ödeyen klasik “Kürt seçmeni”nin sözcüleri/vekilleri olarak seçilip, sabah akşam konuşan politik temsilcileri yapıldıkça, DEM’in açılımı istenilen sonucu vermediği gibi, kendi geleneksel kitlesinin hoşnutsuzluğu ve yükselen itirazıyla karşılaştı. Bu itiraz doğal olarak sandık sonuçlarına yansıdı. DEM açısından bir diğer noktanın daha altının çizilmesi gerekiyor.
DEM’in merkezden başlayarak il, ilçe ve mahallelere uzanan yönetim kademelerinde yer alan “politikacıları” aşiret, geleneksel mahalli güç sahipleri, ekonomik ve feodal ayrıcalıklı kişi ve şahsiyetler, bunların toplamında orta sınıf çizgisi temelinde oluşan bir elit yöneticiler grubu, giderek kendi direngen, fedakar tabanından koparak, deyim yerindeyse “Ankaralı Siyasetçiler” konforunda, ayağının altındaki toprağın kayışından da bir haber, sözünüde liberal, “sol” reformist “ünlülere” devretmiş bir alanda patinaj yapmaya başladı. Dolayısıyla son iki seçimde de DEM geleneğinin iniş eğrisinin devam etme nedenlerini, “seçim kampanyası” eksenli konjonktürel hatalarda değil, daha derin, yapısal hatalarda arayıp oralardan gerçek bir değişim ve çıkışı yolu yakalaması gerekir.
DEM’in “Türkiye” tarafıyla liberal, reformist sol ve çeşitli muhalif kesim temsilcileriyle bu tarz bir ilişkilenme biçimi, kendisine yarardan daha çok zarar verdiği gibi, kendi eksenine oturan devrimci ve reformist sol kesimleri de kendi ödev ve sorumluluklarından uzaklaştıran, onları tembelleştiren, salt vekillik ve belediyeler üzerinden pay kapma pazarlığıyla muhataplığa zorlayarak, uzun erimde daha olumsuz etkisel sonuçların ortaya çıkacağı ciddi sinyaller vermiş oldu.
Kendi bağımsız devrimci sosyalist hedefleri ve bunların kitlelere iletilmesi görevini süreç içerisinde kendine eklemlenen “Sol”a unutturan bu hazırcı “koltuk” dağıtma siyaseti, gelinen yerde DEM merkezi açısından bir sorun olarak görülmeye başlanırken, işin ironik tarafı, gazetelerinde ve açıklamalarında “devrim ve sosyalizm” naraları atan politik öznelerin, bu ilişkilenme biçimini sorun olarak halâ başlığa çıkartıp tartışıp/tartıştırmamaları da işin cabası oluyor. Bu tutum ahlaki olarak utanılacak bir yerde dururken, politik ve ideolojik olarak kendi radikal devrimci geçmişlerini ne kadar kusup, ne düzeyde tasfiye ettiklerini göstermesi açısından da oldukça çarpıcı veriler sunuyor.
Söz tam da bu noktaya gelmişken, yukarda da belirttiğimiz gibi, SMF’yi bu seçim sürecindeki pratiğiyle özel olarak değerlendirmek gerekiyor.
SMF son genel seçimlerde olduğu gibi yerel seçimlerde de mecliste vekil, yerelde belediye başkanlığına endeksli tepeden tırnağa reformist bir siyasetin şampiyonluğuna soyundu. Devrimci çevrelerden bu “şampiyonluğa” gelen eleştirilere küstahça “kıskanıyorlar” şeklinde politik şımarıklıkla malül, üstenci, uzun yıllardır tanıdığımız revizyonist “komüncü” artıkların kalemi ve sözüyle cevap yetiştirmeye çalıştı.
Kitlelerin itiraz ve eleştirilerinin aşağıdan yukarıya yükselerek “Komünist Efendilerin” mevzilendiği KP içindeki “karargahları” bombalayan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olan bir geleneğin içinden gelen bu yapı, son seçimlerde girdiği Kadıköy-Bostancı hattında, TKP ile girilen tasfiyeci ittifak siyasetine yönelik her eleştiriye kulaklarını tıkayıp, elitlerin pragmatist ihtiyaçlarına uyan bildiğini okuyan “kazanma” pragmatizminde ısrar ve inat etti. Bununla da kalmadı, seçim ertesi açıktan hüsrana uğradığı sonuçları liberal, reformist retorikle “başarı” diye kendi kitlesi ve kamuoyuna sindirtme cihetine gitti.
Ovacık, Mazgirt belediyelerinin kaybını kendi siyasetindeki hata ve eksiklerle açıklayıp doğru bir muhasebe yapmadan, Dersim’de adaylığı ilçeler pazarlığıyla geri çekip, kendi öz siyasetine güvenen bir yerden ittifak kurmayıp, pragmatist bir pazarlık siyasetiyle tabanından ve emek veren yoldaşlarından habersiz “başkanlık” peşinde koşan SMF’nin taktik siyaseti, kendi başarı kriterlerine göre açıktan kaybetmiş, “yenilgi” almış, devrimci ajitasyon, propaganda yerine “Komünist Başkan”la, İstanbul’un ekonomik olarak ikinci en zengin, orta sınıfın çoğunluğu oluşturduğu Kadıköy sokaklarında, sosyal-şoven, Kemalist, Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı, “kendi devleti”nden yana olan beyaz Türklerin TKP’siyle kol kola oy istemiştir. Bu SMF’nin dayandığı tarihsel süreç açısından, ideolojik olarak gelinen yerde ciddi tasfiyeci bir kırılma durumudur. Dersim’de DEM’le, Kadıköy’de TKP ile girilen bu kendine münhasır oportünist ittifak anlayışı, uzaktan kendini hatırlatan “fareyi tutan kedinin renginin önemi yok” diyen, pragmatist siyasetin SMF’deki pratiği olarak tarihsel kayıt altına alınmıştır. Bu seçim pratiği SMF’nin tepesindeki kanserleşmiş reformist-pragmatist siyaset aklının, gövdesi 72’nin kalbiyle hala çarpan fedakar ve cefakar SMF kitlesi açısından acil uyarı sinyali olarak görülüp gereğinin yapılması gerekir. Zira, Kadıköy seçim çalışmalarına mesafe koyan, adeta “inadına 72” diyen SMF’nin hatırı sayılır geleneğe bağlı devrimci kitlesi, kendisiyle politik doku uyumsuzluğu içindeki, bilumum “komüncü” kırıntılarla tahkim edilmiş eklektik, tasfiyeci “tepe”nin dayatmalarına onurla ayak direyerek bir tür protesto hakkını kullanıp, doğru olanı yapmıştır.
3-DHP/DHİ açısından muhasebe edilmesi gereken seçim sonuçlarının öğrettikleri.
DHP aslında, bilinen tarihsel süreçlerin öznel ve nesnel basıncı altında kurumsal olarak henüz seçim sürecine hazır değildi. Seçim sürecinin ortaya çıkardığı imkanları devrimci pratiğe hizmet edecek tarzda ele alıp değerlendirecek kurumsal bir yeterlilikten de görece uzaktı. Geleneğimiz açısından özel, müstesna bir yerde duran Dersim’den dile getirilen, giderek genel bir kabule dönüşen “Dersim’de yerel yönetim seçim sürecine dahil olma” talebine kulak vererek, kollektif bir coşku ve heyecan eşliğinde, kendi gerçekliğini zorlayıp, sahada kendini tartacağı bir beklenti ile seçime katılma kararı aldı.
Devamında DHP, yerel yönetimler anlayış ve perspektifini oluşturarak kamuoyuyla paylaştı. Dersim’de DEM Parti, SMF ve aynı eksende dizilen diğer partilerin, geçmişin samimi öz eleştirisini vermeden, “pazarlıklar”a dayalı değil, kitlelerin ihtiyaçlarını merkeze koyan bir ittifak siyaseti yerine, koltuk paylaşımını üstten belirleyen ilkesiz siyaset ortaklığına karşı, kendi hattına uygun bir başka yoldan yürüme anlayışıyla Dersim Halk İnisiyatifi çatısı altında “bağımsız” bir adayla süreci örgütlemeye çalıştı.
Bu bağlamda yerelin inisiyatifi temelinde, bunun merkezi olarak onayıyla da H. Aygün aday gösterildi. Önceliğin yerelde Dersim halkına gerekli doğru hizmetin verilmesini esas alan bir anlayış temelinde kurulacak bir ittifak olduğu özenle ifade edildi. Ortaklaşılması gereken bu ilkesel anlayış temelinde, halkçı devrimci yerel yönetim siyaset konseptine bağlı bir ittifakın örülmesi gerektiği ısrarla savunuldu. Dolayısıyla, DHİ bileşenlerinin kendi özgün ideolojik hassasiyetlerini geride tutup, “herşey Dersim Halkı” için anlayışıyla, bir ilk olması açısından “doğduğumuz bu kadim şehre” “ideolojik” dayatmalarla değil, politik bir esneklikle oldukça mütevazi yaklaşıldı. Ne var ki hazırlanan ve aday tanıtım toplantısında okunan “protokol metnine” H. Aygün’ün ideolojik önyargılarıyla yaklaşıp, sosyal medya üzerinden kendi “doğrularını” dayatan tarzından kaynaklı, kamuoyuna yaptığımız bir açıklamayla seçim çalışmalarından çekildiğimizi beyan ettik. Dersim’deki yoldaşlarımız, bu açıklamadan sonra H. Aygün’ü eleştirerek, kendi inisiyatifleriyle öncülüğünü yaptıkları DHİ seçim çalışmalarına devam ettiler.
H. Aygün kemikleşmiş ideolojik yanlarıyla daha baştan veto edilmesi gerekirdi. Bu noktada doğru bir öngörüye sahip olmadığımız yaşanan tecrübeyle açığa çıkmıştır. H. Aygün’den desteğimizi çekip, seçim çalışmalarına encümen adaylarımızla devam edelim önerimiz yereldeki yoldaşlardan karşılık bulmayınca örgütsel bir krizle karşı karşıya kalınmış, “iç” sorunumuz maalesef dışa yansımıştır. Bunun nedenlerine ilişkin tespitlerimiz seçimlerden çekilme yazımızda ifade edildiğinden tekrara düşmemek adına girmiyoruz. Süreç daha az hasarla ve minimum ölçüde sorunla sevk ve idare edilebilirdi. Lakin bu da başarılamadı. Asgari ölçüde oturmuş bir örgütsel işleyiş temposunun yokluğundan doğan boşluklar, belirli bir hat üzerinden ortaklaşmanın önüne geçmiştir. Bu iç sorunun yaşanması elbetteki bir bütün olarak kolektifimizin meselesidir. Sorunu, sadece yereldeki yoldaşlara fatura etmek ne denli yanlışsa; belirli bir alana, kişilere sıkıştırmakta o denli hatalıdır. Gelinen aşamada kolektif değerlendirmeye dayalı elde ettiğimiz veriler ışığında bu sürecin olumlu ve olumsuz çıktılarını muhasebe etmiş bulunuyoruz.
Seçimden çekilme açıklamasından sonra yerelde faaliyette olan yoldaşlarımızın çalışmaya devam etmesiyle kurumsal olarak ikili bir durum oluşmuş, bunu çözme yerine (karşılıklı olarak) aksine kaşıyan, sosyal medya üzerinden yapılan gereksiz ataklarla, uzun yıllara dayalı yoldaşlığımız, bizlerin büyük amaçlar için bir araya geldiğimiz gerçeğini unutturan bir basiretsizlikle, devrim yürüyüşünde esas olmayan taktik bir siyaset üzerinden olumsuz bir görüntü ve sonucun yaşanmasına neden olunmuştur.
Dersim’de DHP’nin yüksek tempoda ilk defa pratikleştirdiği, politik bir kitle çalışmasına emek veren, mücadelenin çeşitli aşamalarında yoldaşlığı defalarca sosyal pratikle onaylı, bu bağlamda kıymetli görülüp, içinden geçtiğimiz tasfiyeci pervasız zamanlarda göz bebeğimiz gibi korunması gereken yoldaşlığımız, günübirlik çalışmaların hatalarına kurban edilemez.
Sabahtan akşama kadar, “Tanrım sen beni eleştiriden koru, ben kendimi özeleştiriden korurum zaten” diyerek “dua” eden küçük burjuva bencil kişiliklerin birçok devrimci yapının beyninde kanserleştiği, hatalarından, makam ve mevkilerinden taviz vermeyen, işçi sınıfı ve emekçilerin tarihsel davasına küçük dükkancı kafasıyla yaklaşan bu tarz “tipler”in cesaret edemediği bu özeleştirel erdemli yaklaşım, stratejik güzergahta irade ve eylem birliğimizin biricik teminatıdır. Yoldaşlığın değerine zarar veren, onu inciten, zaafa uğratıp güçten düşüren kimi hatalı yaklaşımlarımıza dair bu özeleştiride dahil, yerel seçimler perspektifimizin oluşturulup kamuoyuyla paylaşılması, DHP/Yerel Seçim Komisyonu’nun oluşturulup, Dersim Halk İnsiyatifi’nin motor gücü olması, Dersim’de politik kitle faaliyetini ev ev gezerek yürüten yoldaşlarımızın emeği ve kitlelerin buna verdiği olumlu karşılık, bu sürecin tarafımızca saptanan kazanımları olmuştur.
Sonuç olarak, Kaypakkayacı hatta, 50 yıllık görkemli devrimci mücadele ve savaş tarihimizin önünde yürüyen mütevazi küçük adımlarımız, 72 Manifestosu’nu güncelleyen Kaypakkaya’cı bilinç ve yürek temelinde büyüyerek zafere uzanan yolda inatla devam edecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Birlik Mücadele Zafer!
DEMOKRATİK HAKLAR PLATFORMU
ÖNCÜ PARTİZAN