BİZ DEVRİMCİLER OLARAK BİLİYORUZ, KATİLLER OLARAK SİZDE BİLİN

1361

Geçen yıl Batman’ın Beşiri ilçesinde İpek Er adlı bir kadına tecavüz edip, daha sonra genç kadının intihar ederek hayatını kaybetmesine neden olan Uzman Çavuş Musa Orhan birçok kadın katili gibi açıktan devlet tarafından korunarak yargılanmamış kamuoyunda yükselen tepkiler ile birlikte geçiştirmek sureti ile gözaltı yapılmış sonrasında ise serbest bırakılmıştı. Uzman Çavuş Musa Orhan’ın gerekli cezayı almamasına birçok kesim tepki göstermişti. Tepki gösterenlerden biri de Sanatçı Ezgi Mola idi. Ezgi Mola’ya bu konu ile alakalı yaptığı bir paylaşımından dolayı dava açılmıştı. Sonuçlanan bu davada Mola’ya para cezası verildiği ortaya çıktı. Tacizciyi, tecavüzcüyü, hırsızı, soyguncuyu, katili koruyup, destekleyen özelikle Kürtler, Kadınlar ve LGBTİ+’lara karşı nefret söylemleri geliştirip, geliştirmekle kalmayıp temel hak ve özgürlüklerini gasp ederek katledilmelerini askeri, polisi, yargısı, yasası ve sivil faşistleri ile pratiğe döken katil devlet bununla da kalmayıp buna itiraz eden herkesi de baskılayarak sindirmek istiyor. Bu baskıyı toplumda tanınan ve göz önünde bulunan kesimler, özelikle de sanatçılar üzerinden yapması ise tesadüfü bir şey değildir. Eleştiren, sorgulayan, itiraz eden kim olursa olsun affedilmeyecek mesajı verilmekte. Bu pratiğin topluma açıktan bir tehdit anlamı taşıdığını da özenle belirtmek gerekiyor. Böylece korku, sindirme ve itaat toplumda daha da derinleştirilmek istenmektedir.

Altını çizerek şunu belirtelim. Bu zihniyeti salt AKP/MHP iktidarı üzerinden açıklamakbu durumu; bu iktidar ile ortaya çıkmış gibi dile getirmek büyük bir yanılgıdır. Sanki öncesinden benzeri katliam ve tecavüzler yokmuş yada yaşanmamış gibi yaparak faşizmi mevcut hükümete sıkıştırmak yanlış ve düşmanı,düşmanları bulanıklaştırarak bir bütün olarak burjuva devlet sistemini ve temsilcilerini silikleştiren bir anlayıştır.

Yine kısa bir parantez açarsak; “TC”in kuruluşu ile geçmişten günümüze sistemi eleştiren, sorgulayan, teşhir eden birçok sanatçı ve toplumun farklı kesimleri ya katledildi ya hapse atıldı ya da dilleri sanatları sansürlenerek yasaklandı. Sanat ve sanatçılar üzerindeki bu baskı ile sanatçı ve üretimlerinin toplum ile buluşması, farkındalık, duyarlılık ve bunun sonunda ise bilinçlenmesinin önü açıktan kesilmek istenmektedir. 

Zira bütün bunlar geçmişte de vardı şimdi de var. “TC” devleti olduğu sürece de olacak. Varlığını diğer halkların katliamı ve inkârı üzerine inşa eden ırkçı, faşist bir devletten söz ediyoruz. Geçmişten günümüze katlettiği, katliamlar gerçekleştirerek kan ve tecavüzden beslenen işgalci bir devlet gerçekliği var önümüzde. Böyle kirli bir tarihe sahip devletten ne beklenebilir. “TC” in o kanlı tarihine baktığımızda biz bu pratiği Ermeni Soykırımında tecavüze uğrayan kadınlarından biliyoruz, biz bunu Dersim’de, Zilan’da, Koçgiri’de bir bütün olarak özellikle planlı ve sistematik bir şekilde Kürdistan coğrafyasında buna maruz kalarak süngüden geçirilen halklardan biliyoruz. Kürdistan’da zırhlı araçlarla planlı bir şekilde ezilen çocuklardan, herkesin gözü önünde Amed Newrozun’da kurşunlanan Kemal’den biliyoruz. Havan mermisi ile paramparça olan Ceylan’dan, cesedi günlerce sokakta kalan Teybet Anadan, Annesi tarafından derin dondurucuda bekletilen Cemile’den ve binlerce faili meçhul cinayetlerden, Gezi’de, Gazi’de yapılan katliamlardan biliyoruz. Biz bunu Karadeniz’de bizzat Mustafa Kemal tarafından görevlendirilerek yüzbinlerce Pontus Rum’unu katledip ölü kadınlara dahi tecavüz eden tetikçisi Topal Osman ve yanındaki Osmanlı askerlerinden biliyoruz, biz bunu Maraş katliamında tecavüze uğrayan Alevi Kadınlardan biliyoruz, biz bunu hapishanelerde işkence altında tacize, tecavüze uğrayan devrimci kadınlardan biliyoruz. Biz bunu Suriye’de “TC” askerleri ve desteklediği İŞİD çetecilerinin tecavüzüne uğrayan kadınlardan biliyoruz, biz bunu bütün bunlara sessiz kalmayan ve gerici erkek egemen devlet ve onun bütün kültürel türevlerine karşı haklarını sokaklarda, meydanlarda arayan kadınlara gözaltı sırasında uyguladığı taciz ve tecavüz tehditlerinden biliyoruz, biz bunu devletten aldığı güç ve bilinç ile tarikat ve cemaatler toplumun neredeyse her gün ürettiği bunu yaşamsallaştırarak kadın ve çocukların hayatını cehenneme çeviren taciz, tecavüz, şiddet ve katliamlarında biliyoruz. Bunu aşağıdan yukarıya bütün türevleri (resmi/sivil) ile destekleyen devletin kendisinden biliyoruz. Türkiye/Kuzey Kürdistan’da “TC” tarafından uygulan bu katliamlara rağmen kadınların bir bütün olarak gerici erkek egemen sistem ve türevsel tüm yapısına karşı ne devlete ne de toplumdaki erkek anlayışa karşı verdiği mücadelesinde bir an dahi geri adım atmamıştır. Hiçbir baskı ve katliam kadın mücadelesini durduramadı sesini kesemedi. Bu birçok pratik ile ortadadır. Evet bu pratikleride biliyor ve bunlardan öğreniyoruz. Biliyoruz. Bu kirli sistemi yıkmak için devrimci saflarda mücadelede şehit düşen kadın gerillalardan biliyoruz. Kürt Kadının direnişinden biliyoruz. Nerden biliyoruz? Düşmana teslim olmamak için kendini uçuruma bırakanlardan biliyoruz. Nereden biliyoruz? İşkencelerde direnen kadınlardan, on yıllardır süren Cumartesi Annelerinin direnişinden biliyoruz. Nerden biliyoruz? “TC” destekli barbar İŞİD çetelerine karşı en ön saflarda verilen kadın mücadelesinden ve ödenen o ağır bedellerden biliyoruz. Zindanlarda sanatı için, özgürlüğü için direnen başı dik kadınlardan, evde, sokakta, işte, okulda, alanlarda ilmik örülen dirençli direnişlerden biliyoruz. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına karşı haklarından vazgeçmeyerek sokakları, meydanları eylem alanlarına çevirerek her gün dahada büyüyen örgütlü feminist mücadeleden biliyoruz. Biz bunları çok iyi biliyoruz sizlerde bilin. Bu mücadele bir an dahi geriye düşmeyecek ve er yada geç devrimci mücadele ile zafere yürüyecek.

Bütün bunlardan dolayı biz biliyoruz ve şaşırmıyoruz çünkü taciz ve tecavüz “TC” devletinin tarihsel ideolojik ve gelenek karakteridir. Kendisini ve varlığını halkların; haklarına karşı baskı ve katliam ile dili, dini, kültürü, emeğini sömürerek bu gerici düzen üzerinden inşa eden varlık gerekçesinden biliyoruz. Bunu değiştirmenin tek yolu, insanlığı ve doğayı katleden eli kanlı gerici devlet gerçekliği ve bu kan emici gerici sisteme karşı bir bütün örgütlenmek. Bu minvalde işçiler, köylüler, Alevi’ler, kadınlar, LGBTİ+’lar ezilen uluslar, öğrenciler, göçmenler, sanatçılar ve toplumun her ezilen ve ötekileştirileni yok sayılan tüm kesimlerinin devrimci saflarda örgütlenerek ezilen sınıfların sınıf kardeşliği üzerinden şekillendirilen toplumsal bir halk hareketini yaratmak için ayağa kalkarak safları sıklaştırmak bu gerici, tecavüzcü sitemi yıkmaktan başka da çaresi yoktur. Sisteme başkaldırarak özgürleşmek bizim elimizde. 

Egemen sınıflar kadın mücadelesinin korkusuz karakteri ve toplumu değiştirme kudretine sahip diri dinamik özgürlükçü ve önderlik rolünden korkuyorlar. Biliyorlar ki kadın mücadelesi bütün baskılara ve katliamlara rağmen susmadı. Susmadığı gibi sisteme karşı olan öfkesini daha da artırarak devam ettiriyor. Dünyada ve Türkiye/Kuzey Kürdistan’da yükselen feminist mücadelenin dalgaları şiddetlenerek artıyor. Bu egemenlerin nezdinde korkunç bir şeydir. Çünkü onca baskıya ve şiddete rağmen kadınların bu direnişteki ısrarı ve önderlik misyonu temellerini aile yapısı üzerine inşa etmiş burjuva sistemin altında bir dinamittir. Bu dinamit patlarsa ki fitili çoktan ateşlenmiştir işte o zaman hiçbir kuvvet ve güç bu örgütlü dalgayı durduramayacaktır.

Son olarak şunu diyoruz biz biliyoruz, sizde iyi bilin bizler komünistler, sosyalistler, devrimciler ve yurtseverler olarak katlettiğiniz, soykırım gerçekleştirerek sürdüğünüz Ermenileriz, ülkesini dört parçaya bölerek işgal ettiğiniz her gün yeni katliamlar gerçekleştirdiğiniz ve bağımsızlığın gözlerine mil çektiğiniz Kürtleriz, bizler Dersim’de, Koçgori’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta diri diri yakılan, kılıçtan geçirilen Kızılbaş Alevileriz, Çerkeziz, Rumuz, Keldani, Ezidiyiz. Savaşlardan kaynaklı yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan göçmenleriz. Bizler tecavüz ettiğiniz kadınlarız. Bizler ötekileştirilen baskı ve zulme uğrayan LGBTİ+’larız bizler sömürülen işçileriz, köylüleriz. Bizler özgürlük uğruna dağlarda, zindanlarda, işkence tezgâhlarında, meydanlarda, hücrelerde can verip toprağa tohum olan devrimcileriz. Bizler yaktığınız ormanlar, kuruttuğunuz dereler, kirlettiğiniz toprak, pisliğinizle bulanıklaştırdığınız denizleriz. Bizler bir bütün ezilenlerin bir araya gelerek oluşturduğu okyanuslarız. Ve ant olsun ki her birimiz o okyanusu oluşturan damlalar olarak dalga dalga büyüyerek gelecek ve o özgürlüğü tırnaklarımızla söküp alacağız sizden. Bizler göğü ve güneşi zaptedecek damla damla tekrar döküleceğiz toprağa; dağa, doğaya ve kirlenen sulara özenle karışacağız, okyanusları berraklaştıracak yaşamı yeniden filizlendireceğiz. Bizler düşen her bir tohumu yaşam ile yeniden buluşturup doğa ile tekrar şekillendirerek sessiz ve suskun kitleler ile haykırarak ayağa kalkmasını bilecek ve tecavüzcü kirli gerici faşist devletinizi hak ettiği tarihin o çöplüğüne birgün elbet göndereceğiz. Bu kuşku götürmez bir gerçekliktir. Çünkü haklıyız. Verdiğimiz mücadele daha da büyüterek bu haklılığın bilinci ve güveni üzerine inşa edilmiştir. Biz kazanacağız. Başka yol yok.

Boran Kızıldağ

Önceki İçerikHalka adanmış bir düş yoldaşlığıyla Cemal Keser’i anmak…
Sonraki İçerikDevrimci Tutsakların Sesini Duyuralım, Dayanışmayı Yükseltelim!