Devlet; aile, özel mülkiyet ve bir bütün olarak sınıflı toplumların içinden doğdu. Bu sınıflı toplumlar yapısının kendi aralarındaki kavga, savaş, kargaşa ve karmaşık yapısından özen ile faydalandı. Toplum içerisindeki farklı cins, dil, din, kültür, mezhep, ırk, ulus vb. çeşitliliği oluşturan yapıların birinin diğerine karşı olan ötekileştirme, yok sayma, öfke ve kininden beslenerek büyüdü. Büyüdükçe de gelişen, geliştikçe bu çatışma/çelişki bütünlüğünden sürekli yararlanarak asırların getirmiş olduğu deneyimlere yaslanıp zaman içerisinde merkezileşip geçmişten günümüze doğanın ve insanlığın başına bela oldu. Devlet tarih boyunca kendisini, görünen/resmi devlet (ordu, polis, yasa…) görünmeyen/sivil devlet (inanç ve kültür) olmak üzere iki farklı yapı üzerinden inşa etti. Devletin bu iki yapısı gerek kendi içinde gerek ise halk içinde birbirine görünmez bağlarla sıkı sıkıya düğümlenip içe içe geçmiştir. Toplum içerisindeki farklılıkların karşılıklı kutuplaşmalarından salt faydalanmakla da yetinmez. Devlet kendi varlığını sürdürmek için halka karşı silahlı zor yolunu ustaca kullanır, bu silahlar ile halkı sindirir, bastırır. Kutuplaşmaları zamana ve ana uygun körükleyerek derinleştirir. Kendince bunu yapmak zorundadır çünkü aksi halde ötekileştirilen, sömürülen, her türlü özgürlüklerinden edilen ve yok sayılarak soy kırımlara tabi tutulan halkların bir araya gelerek devlet iradesine bir şekilde başkaldırması kaçınılamazdır. Burjuva devlet bir yandan toplumun bu çatışma halinden faydalanırken diğer yandan ise her bir toplum kesimine özgün/özel taktikler geliştirerek bireylerin bilinç ve onların düşün dünyasına burjuva devlet dünyasını temsil eden kültürel, dilsel, dinsel ve ahlaki saldırılarda bulunur. Asıl saldırı tamda burasıdır. Bu saldırı görünmezdir. Görünmeyen devletin inşası burada şekillenir. Burjuva devletin ahlaki yapısı, sömürgeciliği, kültürü, dili, türcülüğü, cinsiyetçiliği ve faşist toplumsal normları bu alanda yani insanın kendi beyninde yeşertilir. Buradaki saldırı ne kadar başarılı ise devlet ve bu görünen devletin halka karşı dört el ile sarıldığı silahlı şiddet de o kadar güçlü demektir. Bu saldırılardaki maddi imkânı yine silahlı zor yolu ile elinde tuttuğu ve kendisininde içinden çıkıp geldiği gerici kültürü derinleştirip sonrasında bir asalak gibi bu imkanlara yapıştırarak kemirdiği emek sömürüsü üzerinden planlayarak devreye koyar. Aile, toplum, cinsiyet, din, ulus, ekonomi, kültür, eğitim, bilim, sanat, felsefe, edebiyat, sinema, spor, medya, sosyal medya, televizyon vb. gibi araçları özen ile kullanarak onları kendi amaçlarına uygun bir şekilde yeniden biçimlendirir. Bu araçlar ile her bir bireyin bütün zamanını sarıp sarmalayarak sürekli onu yağmalar. Böylece burjuva kültürün, insan ve ben merkezci, bencil, çıkarcı, tekçi, ırkçı, milliyetçi, sömürücü faşist gericiliğini bilinçlere işleyerek toplumdaki herkesi sistemli bir duyarsızlaştırma yöntemi ile suskunluğa gömer. Bu duyarsızlaştırma ile kişinin bağımsız düşünme yetkisini, özgürlük arayışını, hak arama bilincini, özgürce düşüncesini dile getirebilme iradesini, doğaya ve emeğine karşı olan savunma mekanizmasını felce uğratır. Bu sivil devletin inşasıdır. Görünmeyen devletin (Sivil Devletin) beyinlerdeki bu inşası görünen devletin ciğerlerine durmaksızın temiz hava ile yaşam taşınması gerektiğini bilen irade(yi), çabayı oluşturur. Böylece devlete biat etmenin kutsallığı her daim güncellenir. Devleti yaratan ve bu yaratığı mekanizmaya biatı oluşturan durumun kendisi yabancılaşmadan başka bir şey değildir. Yabancılaşma, devleti her daim canlı tutarak ona güç taşır. Böylece bilinçleri körelmiş halklar “rıza” göstererek devletin bütün kanlı çarklarını çeviren ve onun yeniden kendisini var edebilmesini sağlayan motor gücünü oluşturur. Yaşamı değersizleştirerek doğa ve insanlığın payına kan, kıyım ve yokluğu dayatarak, sürekli bir yok etme ve dağıtma halinde olan bu makina bütün yapıları ile parçalanıp ortadan kaldırılmadıkça, insanlık ve doğa rahat yüzü görmeyecektir. Bundandır ki devletin ezerek sömürdüğü, ötekileştirdiği her kesim ile birleşerek ayaklanıp isyan etmek doğru olandır. Bu birlikteliği sağlayarak isyanı başarıya taşıyabilecek tek bir güç vardır. O da her yönü ile nitelikli bir komünist partidir. Komünist patinin önderliğinden yoksun kitleler devleti bütün türevleri ile yok etme gerekliliğini kavrayamaz, birliktelik sağlayamaz, savaşamaz. En fazla kendiliğinden gelişen ayaklanmalar olabilir onların da sistem duvarlarını aşamadığından sönümlenmesi kaçınılmazdır. Bu yönü ile komünist partinin önderliği olmazsa olmazdır.
Bu Komünist Partinin Görevleri
Zafer kazanmak için bu Komünist parti silahın namlusunu görünen devlete, devrimci bilginin namlusunu ise kendisinden başlayarak halkın beynindeki sivil devlete çevirip ateşlemesi bir gerekliliktir. Bu gerekliliğin icrasında, Mao Zedung’un “En büyük düşmanımız bildiklerimiz ile yetinme hastalığıdır.” öğretisini bir an dahi unutmadan pratik ile buluşturulması ayrı bir zorunluluğun da kendisidir. Böylece beyinlerimizdeki bozkırlara kıvılcımlar düşürerek orayı tutuşturmak ve sivil devleti orada küle çevirmek zor olmayacaktır. Yine bu durum Komünist Partinin hiç durmadan her daim gerek kendi içinde gerek ise halk içindeki eskiyi mahkum ederek onu yıkıp yerine sürekli yeniyi inşa aşamalarını özen ile ele alıp ilkelerden taviz vermeden kararlı bir duruş ile gelecek zamana bırakmadan şimdiden yapmasının da yolunu açacağı bir gerçektir. Böyle bir komünist partinin inşası zorlu bir süreci beraberinde getirir. Devlet felsefesi ile yoğrulmuş sınıflı burjuva düşün dünyasının içinden gelerek komünist parti saflarında Diyalektik Materyalizmin, madde-düşünce-madde bağının sonsuz hareket biçimselliği ile birlikte değişim, dönüşüm, çelişki ve zıtların birliği ışıltısı altında, yıkmanın ve sürekli yenilenmenin antogonist yapısını doğru kavrayarak o doğru ile yürüyebilmenin zorunluluğunu kavrayabilmek ve bu doğrultuda Komünist Partiyi sabır ve adım adım ilkelerden taviz vermeden inşa etmek tabi ki kolay değil. Dolayısı ile böyle bir yapının inşası zor fakat imkânsız da değildir. İnanmak ve inandığın yolda ilkelerine bağlı bir şekilde kararlıca yürümek. İşte bütün mesele budur.
Peki Nasıl, Nedir Bu İlkeler?
1. Diyalektik Materyalizmi her yönü ile doğru kavrayarak.
2. MLM’ i ezberden değil, yaşadığı/yaşattığı bütün deneyimlerin ışığında hata ve yanlışlarından öğrenmesini ve eleştirmesini bilerek, doğru özümseyip, içselleştirip, bunu bilince çıkartıp, bu bilinci halk ile birlikte pratiğe dökebilmeyi bilmesini bilerek. Öyle ki, Diyalektik/Materyalizm düşünsel ve pratik olarak kendisinden koparak idealizme savrulup dogmatizm ile buluşan bir anlayışı yanlışından dönmediği/dönüşmediği sürece ne yaparsa yapsın onu içinde barındırmaz, dışlar. Kendisine yaslananı ise ilerletir. Bu ilerleme ilkeseldir. MLM için de felsefede pragmatizme, ideolojide Revizyonist/Reformiste, siyasette ekonomizme ve örgütsel birliklerde dar/grupçu anlayışa onda asla yer bulunmaz. Dolayısı ile sisteme karşı oldukça acımasız bir yöntem ve pratik ile saldırır. Diyalektiğin saldırdığı bu alanlara yaslananlara af yoktur. Sistemi yeniden inşa eden biçimsel tonlardaki çelişkileri olan bu yaslanmalara karşı birbirinden farklı yeni mücadele cepheleri açılır/açılmalıdır. Çünkü devrim iddiası süslü ifade ve söylemler üzerinden ilerlemez. İnsanın bilinçli dinamik rolünü pratiğe dökerek onu durmadan ilerletme görevi kitleler ile birlikte çeşitli sayısız devrimlere gebe bir durumun kendisini yaratır. Hareketsizlik yok oluştur, ölümdür… Bu hareket ve dinamik ruh kitleler olmadan bir hiçtir. Değişim ve komünal dönüşümün dinamik gücüdür kitleler.
Şunu bir an dahi aklımızdan çıkartmayalım ve unutmayalım ki Kapitalist/Emperyalist sistemin ürettiği acıların azgınlığı altında ezilen ve din ile yoğrulan halk hem yıkıcı hem inşa edicidir. Halka devrimci bilgi teorisini götürmesini bilir iseniz halk o bilgiyi alır burjuva devleti paramparça eder. Fakat halka gitmesini bilmez onu doğru araç, yol, yöntem ve bilgiden mahrum bırakırsanız bu bıraktığınız boşluğu burjuvazi doldurur. Halk esiri olduğu yabancılaşmanın gerici kültüründen kopamaz, alır onu bilincinde şekillendirir sonra çıkarlarına göre o anki an ve zamana göre tekrar kalıba dökerek yeniden üretir devamında ise kendisini ezen ve sömüren devleti değil de bu devlete karşı mücadele yürüten devrimcileri linç etmek için harekete geçer. Yukarıda bahsini ettiğimiz sivil devlet denilen şey tam da budur. Dolayısı ile diyalektiği kavrayarak MLM’ i rehber edinmiş Komünist Parti’nin zamanın ve günün koşullarına uygun devrimci kültür, bilinç ve teorinin pratiği eşliğinde, gerçekliğin penceresinden güven vererek halka bakabilmeyi bilmesi ezilen halkın gözlerinin önündeki perdeyi ağır ağır aralanmasını sağlar ve onu sistem ile yüzleştirir. Sonrasında da salt yüzleştirmek ile de kalmaz yüzleştiği sistem gerçekliğinin zulmüne karşı sistemin körelterek gericiliğe mahkûm kıldığı halkın düşün dünyasındaki fay hatlarında artçı bilinç depremleri yaratır. Zihinlerde vuku bulan bu bilinç depremlerinin Komünist Parti’de bilince çıkartılması beraberinde kendiliğincinden tarzları kırarak daha dinamik bir durumu ortaya çıkartır. Öyle ki, halk ile bütünleşmiş örgütlü merkezi güç olan bu Komünist Parti böyle ufak sarsıntıları yaşam içerisinde bilgece ve taktiksel bir ustalıkla daima diri tutarak biriktirir/geleceğe taşmasını bilir ve stratejik nihai hedefe yani adım adım şiddet ve ateş yüklü sarsıcı bir ayaklanışa evrilterek bu gerici burjuva askeri devlet makinesini parçalayıp, ortadan kaldırmanın planlarını uygulamak için seferber eder (Bu sosyalist dönemde sayısız Kültür Devrimleri üzerinden yürütülerek ilerletilir.). Fakat bu tek başına asla yeterli değildir. Değildir çünkü, durumun istikrarlı bir şekilde ilerletilmesi zorunludur. Komünist Parti kendisinden başlayarak Kesintisiz Kültür Devrimlerine yaslanıp kitlelere önderlik edecek olan kendisinin kendi içindeki devrimci kültür, pratik ve teoriyi zamansal süreklilik açısından disipline bir şekilde sürdürmesi, onu sürekli geliştirmesi, çelişkileri doğru kavrayarak içsel çelişkinin esas dışsal çelişkinin tali durumda olduğunu bilerek ve parti içindeki, çelişki çeşitliliğini ve bu çeşitliliğin getirmiş olduğu fikirsel zenginliği bir bütün olarak hiç birini ötelemeden, bastırmadan, yok saymadan, erteleme ve kendiliğincindensel bir tarza saplanmadan onları parti içerisinde doğru bir tarz ve yöntem ile ele alıp, tartışan/tartıştırabilen ve bu tartışmaları yönetebilme kabiliyetine, ideolojik birikim, tecrübe, birleştirici ve sürekli birbirini denetleyebilen örgütlülüğün gözetiminde doğruları yanlıştan ayırarak ortaya çıkarabilecek ve bu ilerici fikirleri MLM’ in süzgecinden özen ile geçirerek güne uyarlayıp kitle ile buluşturabilme yöntemini yani iki çizgiyi bilince çıkartması ertelenemez, es geçilemez ve hangi koşulda olursa olsun vazgeçilemez bir durumun kendisidir. Bu zamana kadar kendimizde dahil Maoizmi savunduğunu söyleyen fakat maoist düşüncenin temel yapısını oluşturan iki çizgiden teorik olarak çokça bahis edip, önemli değerli fikirler de ortaya koyup fakat bu fikirleri pratiğe dökmeyerek, bireysel, dar grupçu bir anlayışa mahkum kılanlar iki çizgiyi silikleştirerek onun etkisini bilinçlerde körelmesine neden oldular. Bu körelme sayısız parçalanma, dağılma, daralma ve örgütsel yenilgilere evrildi.
Özel mülkiyet dünyası ve sınıflı toplumlar düzenin içinden doğan, asırlarca bu toplumsal yaşamın birikimleri üzerinden beslenerek büyüyen ve zaman içerisinde sistemleşen, sistemleştikçe daha da merkezi bir konuma dayanarak varlığını yasallaştırmış yağmacılık üzerine inşa eden devlet denilen gerici aygıtın temelleri üzerinden yükselen; Kapitalist/Emperyalist sisteme karşı; MLM’ i bir zırh gibi kuşanmış Komünist bir partinin öncülüğünde; ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal ve silahlı toplumsal ayaklanma gerçekliğine bağlı ve bunların hepsinin nakış nakış bir birine özen ile işlenmiş bilincin önderliğinde bir saldırı gerçekleşmediği sürece hiç bir mücadele biçimi, kanlı kudurgan düşünce pratiği üzerinden hayat bulan bu gerici sistemi kökünden kazıyarak onu yıkamaz ve değiştiremez.
Son Olarak
O halde ilk elden sistem içerisinde şekillenen kendi beynimizdeki sisteme, sonra sistem kültürüne, bir bütün devlette ve faşizme karşı verdiğimiz/vereceğimiz her kavganın ardından hata ve eksikliklerimizden arınmasını bilebilmeyi ilke haline getirmek Maoistlerin görevi ve sorumluluğudur. Bu sorumluluk sistem kültürü ile aramıza çelikleşerek sağlamlaşmış güçlü bilinç barikatları örecektir. Nihayetinde ise her bir barikat inşacısı devrimci bilinci kitlelere götürerek devrimci mücadeleyi işleyecek ve komünal dönüşümün sabır ve kararlılığında halk ile birlikte zafere yürüyecektir. Bu kaçınılmaz zaferi zamanın en erken haline çekmek için komünist bilginin burjuva devletin beyinlere kodladığı sivil devlete olan saldırısını bugünden başlatarak onu parça parça yıkmak ve gerçek özgürlüğe adım atmak sonra bir adım daha atmak ve yavaş yavaş hızlanarak koşmaya başlamak bizim kendi elimizdedir.
BORAN KIZILDAĞ