Emre Erdal: Bir Postmodern Zamanlar Filozofu

2511

“Gerçek meyvelerden yola çıkarak, soyut ‘meyve’ tasarımını yaratmak ne kadar kolaysa, soyut ‘meyve’ fikrinden yola çıkarak gerçek meyveler yaratmak o kadar güçtür. Hatta, soyutlamadan vazgeçmedikçe, bir soyutlamadan soyutlamanın karşıtına geçmek olanaksızdır.

Öyleyse kurgusal filozof ‘meyve’ soyutlamasından vazgeçecektir; ama ondan kurgusal, gizemsel bir biçimde, vazgeçmiyormuş görünerek vazgeçer. Bundan ötürü soyutlamayı gerçekten ancak görünüşte aşar.” 

Kutsal Aile’nin bu dizeleri daha berrak örnekleriyle çevre çeperimizi sarmış durumdadır. Günümüz insanın tarihsel “anlam yolculuğunun” bir uğrak yeri olan şimdiki zamanlarda insanın kurgusallığı daha artmışken, bu kurgusallığın “yeni bir gerçeklik” olarak hiçbir zaman aşılamayacak bir şeymiş gibi gözükmesi olağanlaşmış bir görünümdür. Bunun bir nedeni toplumsal insanın tüketim toplumunda postmodern zamanlarda alıklaştırılmasıdır. Bu alıklaşma hâli insan ilişkilerinin nasıl bir hâl aldığı ve nereye nasıl bir tarzda evrileceğine ilişkin duyarlı insanları kara kara düşündürürken, bunun etkilerinin sanattan felsefeye kadar insanı diri tutan damarları etkilemesi duyarlı insanları daha bir çetrefilli duruma sokuyor.

Öyle ki, sanat ve felsefedeki bu buruşmanın etkilerinin sol-sosyalist ve sisteme muhalif cenahta etkisini göstermesi gelecek düşlerini biraz daha karmaşık duruma getiriyor. Ancak bu ve benzeri ruh hâllerinin ânlık olduğunu söylemek gerekir. Toplumsal insanlık kendi gelişim dinamiği içeresinde bir çıkış yolunu bulacak güçtedir. Lakin bunun için bir silkelenme şarttır. İlk çıkışınsa felsefe ve sanat alanlarında yapılması gerekir. Çünkü felsefe ve sanattaki kopuş, bütün bir toplumu değiştirmek için itici güçtür. Şurası açık ki, bir “Rönesans’a” ihtiyacımız var. Bu Rönesans’sa göklerden tanrının eliyle gelmeyecektir. Mevcut insanlığın kendi öz dinamiklerini örgütlemesiyle bu “Rönesans’a” ulaşılacaktır. 

Ne var ki, felsefe ve sanatı etkileyen alıklaşma, kapitalizme muhalif düşünürleri ve sanatçıları etkisi altına almışken, bu düşünür ve sanatçıların bazıları kendilerini tanrısallaşmış varlıklar olarak görme eğiliminde olduklarından ellerinde bulunan reçeteleri önümüze sererler. Yani, kapitalizm karşıtı olduğunu beyan eden sisteme “muhalif” olan bu akiller, insanlığın mevcuttan kurtulması için onları tanrısal güce sevk ederler. Tanrı onları kurtaracak olan biricik güç olduğundan ona her bir sığınma gelecek “Rönesansların” bir muştusunu verir. Burada toplumsal insanlığın üyelerinin örgütlenmesine ve ilerlemesine ihtiyaç yoktur. Onun bireylerinin koşulsuz olarak bu tanrısallıkta erimesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle bunun sağlanmasının en iyi yollarından biri, kurgusal filozofun bir tanrı olarak muştuyu bekleyenlere hitap etmesidir. 

Gelgelelim, kurgular dünyasının bir yansıması olan kurgusal “filozof” bunu bir tanrı biçiminde yapmaz, bunu ince bir biçimde “gizemleştirerek” yapar. O bunu doğrudan yaparsa önemsemediği ama onların ilgisi üzerinden kendisini var ettiği ona inananlarda bir “kırılma” yaratabilir. Bu nedenle, “gizemli” bir biçimde kendisini ortaya koymadaki ürkeklik kurgusal filozofun bir taktiğidir. Ancak o içten içe bir kurgusal “filozoftan” beklenen tanrısallıkla hareket etmekten geri durmaz. Çünkü onun çıkış yeri, toplumsal insanlığın zincirlerinden kopması değildir. Onun çıkış yeri, toplumsal insanlığın o zincirlere mahkûm olmasıdır. Yani, o, insanlığın somuttan soyuta ulaşmasından öte, kendi kurgusundan soyuttan somuta ulaşmaya çalıştığından insanlığın zincirleriyle olan ilişkisini anlayamaz. Sadece o zincirin toplumsal insanlık üzerinde şakırdamasından gizli bir haz duyarak Kutsal Aile’ye sevgisini sunar. 

Kurgusal filozofun en iyi örneklerinden Gazete Patika yazarlarından sayın Emre Erdal bütün heybetiyle yazılarında tanrısallığı oynarken, “Kutsal Aile” ittifakını sahiplenme derdine düşüyor. Onun böylesine bir dertle hareket etmesinin hem tarihsel hem de yaşamsal kodları bulunur. Bir bütün halinde ele alındığında bir kurgusal “filozof” olarak onun çıkış yeri toplumsal insanlık değildir. Onun çıkış yeri kendi kafasının derinlerinde kurduğu ülküler dünyasıdır. Çünkü o, yaşamı duyusal insanın bir faaliyeti olarak görmek yerine, kendi sezgisel bakış açısıyla yorumlar. “Filozofun” böylesine bir tahayyülden hareket etmesi, tarihsel sakatlanmış materyalist bakış açısının bir devamı olduğundan o, gerçek materyalist düşünce dünyasını anlayamaz, anlayamamakla birlikte ona bir kin besler. Çünkü materyalist düşünce bir bütün olarak insanlığın sezgisel yolla değil, duyusal yolla kavranıldığı bir sistematiktir. Bu durum onun gibilerinin sezgisel yolla hayatı anlama çabasına bir saldırıdır. Sezgisel olmayan duyusal materyalizm, Tanrı’yı yok etmeyi esas aldığından kurgusal “filozofumuz” bu kez onun diliyle “miş” gibi konuşarak onun altını oymaya çalışır. Çünkü o, bir idealist olarak kendi iktidarının devamı açısından tarihsel bir “şans” olan Kutsal Aile’nin SMF’de somutlaşmış hâlinin nasıl bir hayatilikte olduğunu iyi bilir. Onun hayatı sezgisel dünyasından kurguladığı yerde, Kutsal Aile sistem içici olan ve devrimci düşüncelerden kaçmanın adıdır. Kurgusal “filozofun” konformist yaşam biçiminin varlığı her türlü devrimci düşünce biçiminin yok edilmesinden geçmesi Kutsal Aile’nin savunusunu zaruri hâle getirir. Bu nedenle o, Feuerbach’tan daha geri konumda olandır. En azından Feuerbach, “ ‘devrimci’ faaliyetin, ‘pratik-eleştirel’ faaliyetin önemini anlayamıyordu.” Ancak bizim postmodern kurgusal “filozofumuz” tamda “devrimci” faaliyetin yok edilmesi üzerinden kendisini var ettiğinden onun yok edilmesinde yaşam bulur. 

Bu nedenle, kurgusal “filozofumuz” pratikten yalıtılmış bir insan hakikati yaratarak bizi, “düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışmaya” götürerek hareket eder. O, kendi dünyasındaki sezgisel-kurgusal yönü iyi anlayamadığından bu yönü materyalizm olarak görür. Aslında bu tamda sol hareket içerisindeki idealizmin tezahürüdür. Bu nedenle, sezgisel dünyasından bir devrimci çıkışı, “sanal ortamdan çıkan bir laf salatası olarak görür.” Ancak hatırlatmak isteriz ki bu “tamamıyla skolastik” bir yorumdur.

“Filozofumuz” bununla da yetinmez. Yıllarca “toplumsal pratikten” uzak kalmanın vermiş olduğu hastalıkların etkisiyle, “ortamı” değiştirmeye yönelik Kutsal Aile’nin sistem içi çıkışının bir “eğiticisi” olarak eğlenceye katılır. Bunun bir yolu, gençliğe yönelik onu “hizaya sokmakken”, esası Kutsal Aile’ye sadakat vermektir. Lakin hem Kutsal Aile hem de kurgusal “filozof” ortamın değiştirilmesinin biricik yolunun “devrimci pratik” olduğunu unutur. 

Feuerbach nasıl yaşamı dinsel dünya temelinde görüyorsa, kurgusal “filozofta” yaşamı bu temelde görür. “İdeoloji” üzerinden hayata bakan o, yeni dinsel hareketler biçiminin bir üyesidir. Bu dinsel hareketlerin üyesi olmasıyla, Kutsal Aile’nin bekasını savunur ve onun (yani Kutsal Aile’nin) dünyevileştirilmesini kendisine amaç edinir. Böylesi bir çıkışta, gelenek tarihindeki devrimci çıkışlara karşı parlamentarizme şiir yazandır o. Bu nedenle o, sezgilere başvurduğundan dünyanın “pratik-duyusal faaliyet olarak” kavranılmasına savaş açmıştır. Bu nedenle o, Feuerbach’tan öte, bir Berkeley olarak karşımıza çıkar.

Onun yaşam alanında konformizm esas dinsel tapınma olduğundan “filozofumuz” insanın özünün toplumsal ilişkilerin bir toplamı olduğunu anlayamıyor. Israrla kendi yaşan alanındaki dinsel tapınmaları üzerinden kurgusal dünyasındaki “öz”le bütün bir yaşama tanrı edasıyla hükmede bileceğini sanıyor. Belirtmek isteriz ki, toplumsal insanlığın her bir hareket biçimi bu kurguyu altüst edecek biricik güçtür. Bu nedenle, “dinsel dünyasından” somut bireyi soyutlaştırarak “gerçeği” tahrif etmeyle uğraşarak Kutsal Aile’nin suç ortaklığının parçası oluyor.

Gizemcilik burada devreye girerek, bir mistifikasyon dünyası yaratır. Bu burjuvazinin ihtiyaç duyduğu bir dünyadır. Burjuva dünyasının bir zatı olan kurgusal “filozofumuz” ussal gerçeklerden kaçma yönlü hareket ettiğinden, ussal gerçeklerden hareket eden materyalistlere bu nedenle kin kusarak saldırıyor. Ancak ona tavsiyemiz toplumsal kurtuluşun özünü anlamasıdır; yani, materyalist dünya görüşünü. Lakin sezgisel bir materyalist olmaya çalışan idealist “filozofumuzun” hayranlık duyarak peşinde koştuğu burjuva toplum değerleri ve bireyi burada devreye girerek ondaki egosantrik hırsları besleyen bir güce dönüşür. Bu açıdan onun gözünde, burjuvaziyle bütünleşmenin en önemli aracı olan Kutsal Aile daha bir değerli hâle gelir. Ancak hatırlatmak isteriz ki, burjuva toplumunu temel alan bu görüş çoktan ömrünü tüketmiştir. İnsanlık toplumsallaşmış insanlık olarak yoluna devam etmektedir.

Ve son olarak onun ve onun gibilerinin “dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamalarına” karşı onu değiştirmenin esas olduğunu belirten toplumsal insanlık üyeleri kapitalizmin ve burjuvazinin her türlü saldırısı altında değiştirme pratiğini hem burjuvazinin hem de Kutsal Aile’nin karargâhlarına girmeye devam ederek sürdüreceklerdir. Çünkü onlar, yorumdan öte, değiştirmeyi esas alırlar.

Temennimiz, bizim postmodern zamanların bir “filozofu” olarak gördüğümüz Emre Erdal ve onun Kutsal Aile’sinin içerisinde bulunmuş oldukları kurgusal dünya görüşünden biran önce kopmalıdırlar. Bu nedenle bizler bu arkadaşlarla dayanışmaya açığız. Bu dayanışma, eğitici-öğrenci ilişkisinde açığa çıkacak bir küstahlık değildir. Bu ve benzeri çıkışlar, toplumu ve toplumsal insanlıktan öğrenmeyi esas alan Kültür Devrimi’nin felsefi değerleriyle hareket eden kişiler için doğru değildir. Bizler burjuvazinin saltanatının parçalanması için toplumsal insanlıkla bütünleşilmesi noktasından bahsediyoruz. Bunun için önemli silahlara sahibiz. Elimizdeki materyalist-diyalektik yöntem sorunları aşmamızın ilk anahtarıdır. Emre Erdal ve Kutsal Aile’sine dost elimizi uzatırken, kurgusal dünyanın postmodern zamanlardaki etkilerinin daha ağır olduğunu bilerek sesleniyoruz. Son olarak Emre Erdal’a diyeceğimiz çevresinde duran şakşakçılara dikkat etmesidir. Eduardo Geleano’nun belirttiği gibi, “bazen bizi alkışlayanlar, bizi en zararsız görenlerdir-görmek isteyenlerdir.”

Kaynaklar:

Kutsal Aile. Marx-Engels. Sol Yayınları.

Alman İdeolojisi. Marx-Engels. Sol Yayınları.

Armenak Bojan

Önceki İçerikDevrimci Saflarda Erkekliklerin Üretimi ve Eleştirisi
Sonraki İçerikTaliban: Bir Antiemperyalist Güç mü? Yoksa Bir Şer Odağı mı?