Halka adanmış bir düş yoldaşlığıyla Cemal Keser’i anmak…

1832

Her şehrin bir sesi vardır derler ya,  İstanbul da daha ilk günden kulağıma fısıldadıklarıyla bana kendini sevdirmişti. Harem Otogarı’na sabah inmiştim. Uzun otobüs yolculuğunun ardından yüzüme çarpan serinlikle uyku mahmurluğum dağılmış, ferahlamıştım. İstanbul ürkütücü insan kalabalığıyla, insanı yoran trafiğiyle karşılamıştı beni. Bu eşsiz şehir denizden yayılan iyot ve yosun kokusuyla, sokak satıcıları, martıları, güvercinleri, Roma’dan Latinler’e, Latinler’den Bizans’a ve Osmanlı’ya uzanan yüzyıllara yayılmış tarihi izleriyle beni büyülemişti. Bana hayata başka pencereler açabileceğim büyüklükte yeni bir dünyaya adım attığımı hemen hissettirmişti. 

Kendimi yeni insanlarla, çok daha zor, güç ve direnç gerektiren bir pratiğin içinde yeniden gerçekleştireceğimi İstanbul’a daha ilk geldiğim günlerde anlamıştım, zira 2000 ölüm oruçları devam ediyordu, çok ağır ve bedel gerektiren bir süreci dışarıdan takip etmeye çalışıyorduk. F tipi hücreleri protesto eden ve ölüm oruçlarına destek veren tutsak yakınları ve devrimci-demokrat kesimler Taksim Meydanı’nda, İstiklal Caddesi’nde neredeyse günübirlik yaptıkları eylem ve etkinliklerle içerdeki direnişin sesini soluğunu sokağa taşımayı başarmışlardı.

Cemal Keser yoldaş da o dönem Ümraniye Hapishanesi’nde ölüm orucu direnişçisiydi. Şartlı tahliyeyle çıktıktan sonra ölüm orucunu ona çok yakışan bir direniş mevzisinde Alibeyköy Direniş Evi’nde devam ettirdi. Onunla ilk karşılaşmamız direniş evinde olmuştu. Ancak o, İstanbul’un inceliğini, seslerini, renklerini, entelektüel düzeyini, komünist kimliğiyle birleştirmeyi bilen de bir kadroydu.  İTÜ’nün kampüslerinde, sokak eylemlerinde, Tarabyaüstü sahilinde, İstiklal Caddesi’nin dışarıya tabureler atılmış bir kahvesinde, kitapevlerinde, masa tenisi oynadığı bir gençlik evinde,  illegal bir askeri eylemde, Ümraniye Hapishanesi’nde kısaca İstanbul’un birçok yerinde düşünülerek ve birçok sesin toplamıyla dinlediğimizde gerçek anlamına kavuşabilirdi Cemal. 

‘’İnsan çok karmaşık bir varlıktır yoldaş, anlamak deneyim ve derinlik gerektirir’’

İçerdeki tutsak yoldaşlarımızın bazılarıyla mektuplaşıyordum, Cemal yoldaş da onlardan biriydi. Yazma yeteneği oldukça gelişkin olan, hatta yazdığı mektuplar edebi bir değer de taşıyan Cemal yoldaşın mektuplarına cevap yazmak o kadar kolay olmazdı, zira her mektubunun sürecin sorularına cevap veren doyurucu bir ideolojik-politik içeriği olduğu gibi mektuplarında polemik de yapar, bilimsel şüpheciliği elden bırakmaz, bazen yazdıklarımı metafizik bulur, beni düzeltmeye çalışırdı. 

Marksist felsefeyi bilirdi, buradan oluşturduğu diyalektik bir düşünce sistematiği vardı, bir olguya, olaya, çözülmesi gereken bir soruna birçok açıdan bakabilir, birçok olasılığı bir arada düşünerek çok isabetli sonuçlara ulaşabilirdi.

Bir mektubumda sohbet konusu bulamadığımdan ortak bir arkadaşımıza yaptığım güzellemeye beni düzeltmeye çalışarak şöyle cevap vermişti: ‘’İnsan çok karmaşık bir varlıktır yoldaş, anlamak deneyim ve derinlik gerektirir’’. İnsanları değerlendirirken tez canlı davranmamam gerektiğini de eklemişti.

İtiraf etmem gerekirse beni düzeltmeye çalışması her zaman hoşuma gitmezdi ama şartlı tahliyeyle onun da çıkacağını umduğum için mektuplardaki dar tartışmaları daha geniş zamanlarda yapabileceğimi düşünerek sabrederdim. 

19 Aralık Katliamı’nda Ümraniye Hapishanesi’ndeydi, ölüm orucu direnişçisiydi, katliam saldırısında en önde barikatta direnen kadrolarımızdandı, katliam saldırısından sonra Kandıra Hapishanesi’ne götürüldü, bir süre sonra da beklediğimiz gibi tahliye olmuştu.

Alibeyköy Direniş Evi

Sıcak bir öğleden sonra Alibeyköy’e gitmek üzere dolmuşa binmiş, boş bulduğum ilk koltuğa oturup önümde oturan yaşlıca adama; ‘bir kişi uzatır mısın amca’ diyerek parayı uzatmıştım. Mektuplarından ve onu tanıyan yoldaşlardan dinlediğim Cemal’i şimdi tanışacağım yoldaşta bulmaya çalışacaktım. Yol bitmek bilmemişti ama nihayet Alibeyköy’ün beni direniş evine götürecek yokuşunu çıkmaya başlamıştım. Bal rengi gülen gözleriyle Cemal nihayet karşımdaydı. Oldukça zayıflamıştı, öyle ki ona sarılırken incitmekten korkmuştum. Uzun boyluydu, saçları ve sakalları uzamıştı, şakaklarındaki tek tük aklar onu olduğundan yaşlı gösteriyordu.  Mektuplarından tanısam da ilk kez karşılaşıyor olmamızın tutukluğundan kurtulamamış, söze nerden başlayacağımı bilememiştim. Öyle ya, yıllarca profesyonel faaliyet yürütmüş, vurmuş, vurulmuş, tutsak düşmüş, firar etmiş, mücadelenin her alanında birçok parti görevi yapmış bir önder kadro vardı karşımda. Cemal için bu durumun mücadele içerisinde edindiği deneyimlerle olgunlaşan bir kadro olma özelliği olarak kabul edilmesi gerektiği hemen anlaşılıyordu. Çok mütevaziydi, esprili ve ulaşılabilir bir yoldaştı. Mücadele geçmişini ya da oradaki direnişçi kimliğini benim gibi yeni ve ilk kez gördüğü bir yoldaşı karşısında bile bir üstünlük ilişkisi haline getirmemeye oldukça özen göstermişti. Onu daha yakından tanıdığımda tüm yoldaşlarıyla arasında belirgin bir eşitlik ilişkisi kurmayı çok önemsediğini zaten görmüştüm. Bu özellikleri beni rahatlatmıştı ve bana yazdıklarının hayıfını fazlasıyla almıştım, sonuçta o da benimle ilgili çok tez canlı karar vermemeli, benim de bazı değerlendirmelerimin isabetli olabileceğini kabul etmeliydi.

Arka planında ideolojik-politik sağlamlık olan direnci ise bizi hep motive etmiştir, öyle ki Alibeyköy’de ölüm orucunun yarattığı fiziki tahribatı bir kez bile yansıttığına tanık olmadım. Ölüm orucundaki yoldaşların birçok fiziki rahtsızlığı olduğunu bilmek, çektikleri kas ağrılarını biz yoldaşlarına ve gelen ziyaretçilere yansıtmamak için ayrıca gayret sarf ediyor olmalarını bilmek içsel-duygusal olarak beni çok derinden incitir, ağrıtırdı. Onların coşkusu ve direnci karşısında böyle hissetmek sonrasında beni yine mahcup ederdi. Mesela Alibeyköy’de kaldığım bir günün sabahı Aydın Hambayat yoldaş Garip Şahin’in ‘Bırakın yakınmayı’ adlı marşıyla ‘kalk saat’ini vermiş, Cemal, Aydın’a yaptığı esprilerle tüm evi gülmekten kırıp geçirmişti. Öyle ya, sabahın altısında yüksek sesle marş dinleterek ‘kalk saati’ mi veriyordu? Bari gerilla da ‘kalk saat’ini Aydın gibi verseydi.

Yine direniş evine saldırı hazırlığı olduğu, panzerlerle, akreplerle sokak başlarının tutulup polis yığınağının yapıldığı bir gün yoldaşların balkona çıkıp düşmana karşı ‘’Bize ölüm yok’’ marşını hep birlikte okuması yoldaşlarımızdaki devrimci cüretin bizi heyecanlandırdığı en güzel anlarından biriydi. 

Acıdan sevgi üretmek

Seksen kuşağı devrimcilerinin çoğunda gördüğüm bir özellik olarak acıdan sevgi üretme becerisi yine Cemal yoldaşın en belirgin özelliklerinden biriydi. Yoldaşlarını çok severdi, gönlümüze bir kuşun kanadının gölgesi düşse hisseder, sevgiyle dokunur ve onarırdı, bizim yoldaşlarımız, yoldaşları için sevgi üretebilen devrimcilerdi. 

Alibeyköy Direniş Evi’nde bir yas havası, ölümü kutsayan, direniş içerisinde yaşamını yitirmeyi kahramanlaştıran bir ayrıcalık algısı hiç olmadı. Ölüm orucu direnişi devrimci bir görev bilinciyle sürdürüldü, direnişçi yoldaşlar bu sadelik ve mütevazılıkla davrandı ve insanla temaslarında hiç sevgisiz olmadılar. 

Ölüm Oruçları dışarıda sonlandırıldıktan sonra da Cemal yoldaş ilgili, öğretici ve her konuda yardıma hazır haliyle hep yanımızda oldu, çalıştığımız alanın sorunları ve ihtiyaçlarıyla yakından ilgilendi, bizi güçlendirdi. Tüm bunları yaparken bizle arasındaki paylaşımı asla kuru örgütsel bir hukuka indirgemedi, bunları bizle sosyal, insani bir ilişki ve paylaşım içerisinde yaptı. 

‘’Dersim’in Uğur yoldaşı’’

Cemal yoldaşın dağın kendine özgü hiçbir özelliğine yabancı olmadığını, gerillacılığa olan aşinalığını birlikte gerilla faaliyet alanına gittiğimizde gördüm. Ölüm oruçlarının ardından tedavi olduktan sonra Dersim’de gerilla faaliyet alanına geçti. 

O dönem içinden geçilen özgün sürecin ihtiyaçlarına nitelikleriyle her anlamda cevap oldu. İki çizgi mücadelesinde çok cesurdu, hesap kitap yapmadan, taviz vermeden yanlışlar karşısında geleneğin değerlerini korumak için hep öne çıktı. Dersim’de kaldığı süre içerisinde gerillanın Uğur yoldaşı olarak tüm yoldaşların sevgisini ve güvenini kazandı. 

‘’Karadeniz’de yeni bir şekilleniş yaratmak’’

Karadeniz Bölge Komitesi Sekreterliği göreviyle, oluşturulan Karadeniz birliğiyle birlikle 2003 baharında Karadeniz’e gitti. İddialıydı, cesurdu ve kendine çok güvenirdi. Gerillada da yeni bir şekilleniş yaratma iddiasındaydı, Karadeniz birliğindeki savaşçı ve üyeleri de bu iddiaya uygun şekillendirme adına daha özel ele almaya çalıştı. Savaşın ihtiyaçlarını esas alan askeri niteliğimizi ilerletmekten, siyasi-ideolojik eğitimimize, ortak kültürel şekillenişi güçlendirmeye çalışmaktan gerilladaki hareketli olmadığımız durumlardaki günlük hayatımızı daha verimli hale getirmeye kadar her konuya kafa yorar çözüm üretmeye çalışırdı. 

Karadeniz’de güçlerimizin tutunabilmesi için çok çaba harcadı, bölgenin Dersim’den farklı olan dezavantajları karşısında(yeterince kitle desteğinin olmaması gibi) çok direnç gösterdi. Bölge faaliyetinin başarıya ulaşması için elinden geleni yaptı, olanaklarımızı çoğaltabilmek için yapacağı bir görüşme sırasında düşmanın pususunu fark edemeyip yanındaki Zeynel Arslan, Kenan Kösedeniz ve Erol Baştuğ yoldaşlarla birlikte ölümsüzleşti. 

Cemal yoldaş kendini devrime adamış gerçek bir dava insanıydı, mücadele tarihi, harekete verdiği emek ve kattığı değerler, komünist niteliği bir yazının konusu olamayacak kadar çoktur. Onun kendine olan aşırı güveni bizim ona olan güvenimizi o kadar büyütmüştü ki ben onu fizikken kaybetmiş olduğumuzu öğrendiğimde uzun zaman buna inanmak istememiştim. Cemal ve Zeynel yoldaşların bir düşman pususunu fark etmemiş olabilecekleri ihtimalini onlara hiç konduramamış ve radyodan dinlediğimiz dört yoldaşımızın yaşamını yitirdiği haberi teyit edilinceye kadar yanımdaki yoldaşlara bir yanlışlık olabileceğini söylemeye devam etmiştim.

Öyle ki belki de Cemal yoldaşı ölüm olgusuyla bir arada düşünmekte hala zorlandığımdan ve onu doğru anlatamama kaygısından kurtulamadığımdan on beş yıl sonra onun için yazacak cesareti kendimde bulabildim. Çünkü kaybettiğimiz her yoldaşın anısını yaşatmak, onların deneyimlerini hareketin birikimine dönüştürmek için yazmak lazım. Genç yoldaşlarımıza Kaypakkayacı geleneğin ihtilalcı ruhunun, cüretinin ete kemiğe büründüğü kadrolarımızdan biri olarak öğretici yanlarıyla Cemal yoldaşın anlatılması lazım. 

Ben şimdi İstanbul’u düşündüğümde denize düşüyor gölgesi, Tarabyaüstü’nde balık ekmek yiyoruz, illegal notlar geliyor aklıma, nitelikli askeri eylemler… Zindanları düşündüğümde gür sloganları, ölüme yatırdığı bedeni, 19 Aralık katliamında barikat ördüğü direnişi … Dağları düşünüyorum, Nergis çiçeği geliyor aklıma, M-16 tüfeği, üzerinde eskitemediği kahverengi kareli gömleği…

Sevgiyle bağlanmış bir tutam düş yoldaşlığı adına…

Yoldaşı…

Nergiz uğur

Önceki İçerikBaba Erdoğan’ın Komünist Anısıyla İleriye, Hep Daha İleriye!
Sonraki İçerikBİZ DEVRİMCİLER OLARAK BİLİYORUZ, KATİLLER OLARAK SİZDE BİLİN