KOMÜNİST BİLİNÇ, EYLEM VE ERDEM

508

Sistem karşıtı mücadele söz konusu olduğunda, radikal olma olgusu sıklıkla gündeme gelmektedir. Dünden bugüne radikallik üzerine farklı bakış açıları üzerinden çok şey ifade edildi. Radikal olmak, mevcut olanı köklü bir biçimde dönüştürmektir. Bu anlamda, sistemle bağları köklü bir biçimde koparma olgusunun komünist önder ile özdeşleşmesi rastlantı değildi. Komünist yoldaş, yaşadığı tarihsel kesit içerisinde sisteme, üzerine yükseldiği alana, düşünsel ve pratik olarak neşter vurdu. Komünist, radikallik olgusunu bilimsel sosyalist yöntem ışığında ele almış ve radikalliği yaşamın köklü bir biçimde değiştirilmesi olarak anlamlandırmıştır. Bu yaklaşım tarzıyla toplumsal çelişkileri inceledi ve bununla da yetinmeyerek mevcut sistemi pratik olarak değiştirmeye çalıştı. Bu sebeple, komünist olarak nitelendirilmeyi de fazlasıyla hak etti.

Yoldaş, bilimsel sosyalist yöntemle nesnel dünyanın ve sistemin işleyiş biçimine, düşünsel yapısına ve kurumsallaşmış bütün mekanizmalarıyla bütünleşme eğilimine itiraz etti. Türkiye’de sistemin ve devletin üzerinde yükseldiği dayanaklara düşünsel ve pratik anlamda ciddi darbeler vurdu. Mevcut olanla bütünleşmeme, onu reddetme ve ötesine geçme manasında aşılması güç bir seviyeye ulaştı. O günden bugüne, komünist hareket mevcut olanın ötesine geçmeyi esasen başaramadı. Elbette komünist hareket, mevcut olanın ötesine geçme yeteneğini gösterebilmeliydi ancak süreç böyle gelişmedi. Önce mevcut olanı muhafaza etme ve sonrasında ise mevcut olanın gerisine düşme eğilimiyle bütünleşildi. Komünist yoldaşın alt üst ettiği tabularla ve paramparça ettiği putlarla bütünleşme eğilimi, sistem karşıtı mücadelede önemli kayıplara ve gerilemelere neden oldu. Komünistin, özellikle resmî ideolojiyle hesaplaşma eğilimi ve milli meselede takındığı isabetli tutum oldukça önemliydi. Hiç şüphe yok ki bu tutum, Türk egemen sınıfının kutsallarına ve tabularına karşı görkemli bir meydan okumaydı. Coğrafyamızda sisteme karşı bu denli bütünlüklü ve görkemli bir başkaldırı sürecinin yaşanmadığını ifade etmemiz abartılı bir tespit olmayacaktır. Türk egemen sınıfı, bu meydan okumayı iyi görmüş ve okumuştu, onlar da kendi varlıklarını korumak için bu meydan okuyuşa karşı elbette radikal bir tutum sergilemişlerdi. Komünist yoldaşın imhasıyla sonuçlanan süreç bu durumun tezahüründen öte bir şey değildi. Komünistin ve yoldaşlarının kurmuş oldukları hareketin teorik ve pratik tutumu, bütünsel bir sistemden kopuş gerçekliği üzerinden açığa çıktığından ötürü, zamana ve evcilleştirilme eğilimlerine karşı şu ya da bu biçimde radikal damarını korumayı başardı. Zaman içerisinde açığa çıkan bunca olumsuzlukla birlikte, komünist hareketin atardamarı zayıflamış olsa bile hâlâ atmaya devam ediyor. Bu damar şayet hâlâ atabiliyorsa bunun sebebi sistemle komünist hareketin, kendi arasına çizdiği düşünsel ve pratik siyasal tutumla ilgilidir. Yoldaş, sadece dışımızda duran sistemin tabularını yıkmadı, aynı zamanda özellikle Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin tesiriyle komünist ve devrimci hareketin tabularına da yöneldi. Büyük komünistin başka bir niteliği ise hiç kuşku yok ki erdemli olmasıydı. Siyasal mücadele söz konusu olduğunda erdemli olmak, komünist olmanın en temel kriteridir. Komünist, mücadelesinin son anına kadar siyasal mücadele içerisinde erdemli kalmaya büyük bir özen gösterdi. Siyasetin kirli doğasından özenle uzak durdu. Komünistin bu tutumu son derece bilinçliydi. Komünistin, komünist toplumdaki birey imgesi erdeme ve farkındalığa dayalıydı. Bugüne kadar bahsettiğimiz erdem kıstası üzerinde pek durulmamış ve onu komünist kılan niteliklerden en önemlisi olduğu olgusu göz ardı edilmiştir. Biz erdemli olmayı komünist olmanın temel kriteri olarak görüyoruz. Diğer bütün nitelikler ancak erdem varsa değerli ve anlamlıdır. Bu sebeplerden ötürü komünist olmanın gereğini fazlasıyla yerine getirdi. Komünist önder olarak nitelendirilmeyi fazlasıyla hak etti.

Komünist yoldaşın kendi tarihsel süreci içerisinde mevcut paradigmayı alt üst etmesi üzerine çok şey söylendi. 

Yapılan değerlendirmeler bu yanıyla anlamlı ve değerlidir. Biz üzerinde çokça durulmuş bu olguyu yinelemektense, 21. yüzyılda radikal ve komünist olmanın anlamı ve gerekleri üzerinde durmayı yeğleyeceğiz. Günümüzde komünist olmanın kıstasları üzerinde durulması, hem bizim açımızdan hem de devrimci hareket açısından son derece önemlidir. Sisteme karşı radikal bir mücadele yolunun açılması açısından bu durum önemli çıkış noktası olabilir. Komünistin kendi tarihsel süreci içerisinde sınıf, ulus, köylülük ve kadın mücadelesine yönelik düşünsel ve pratik tutumu, bu yanıyla komünist olmanın gereklerini karşılıyordu.

Peki ama günümüzde bu noktada kalmak, mevcut olanla yetinmek ya da daha kötü ihtimalle mevcut olan çıtanın gerisine düşülerek sistemle bütünleşme eğilimi gerçekliği önümüzde duruyorken, bu olguya nasıl yaklaşmalıyız? Böylesi bir durum içerisinde olan örgütler ve bireyler bütünlüklü olarak komünist olmanın gereklerini yerine getirmiş oluyorlar mı? Komünist nitelemesinin hakkını vermiş oluyorlar mı? Bütün bu sorulara rahatlıkla hayır diyebiliriz. Yabancılaşma üzerinden yükselen kapitalist sisteme karşı, bütünlüklü bir mücadele anlayışı ve duruşu olmayan hiçbir örgüt ya da birey bütünlüklü anlamda komünist olarak nitelendirilemez. Belirtmekte yarar var ki, dünden bugüne devrimci hareketin sürdürmüş olduğu kısır tartışmalar ekseninden yaklaşmıyoruz. Şu ya da bu nedenle kendi gerçekliğini görmeyen, kendisini mutlak irade olarak ele alan ve keyfince komünistlik payesi dağıtan anlayış sahipleriyle aynı düzlemde bir tartışma yürütme gayesinde olmadığımızı belirtmek isteriz. Sorgulamalarımız, eleştirilerimiz hem kendimize hem de diğer devrimci güçlere ilişkindir. İçerisinde bulunduğumuz durumu irdeleme ve mevcut olanın bir adım dahi olsa ötesine geçme arayışında olduğumuzun altını tekrar çizmek isteriz.

Mülkiyet ilişkilerinin hüküm sürdüğü bir yaşamda, özgürlük söz konusu olamaz. Çünkü mülkiyet, özgürlüğün tahakkümle uzlaştırılmasının aracıdır. Mülkiyet ilişkilerinin hüküm sürdüğü yaşamda bütün ilişkiler ve şeyler araçsallaşmıştır. Her şeyin “baş aşağı durduğu bir dünya”da düşünsel ve pratik karşı koyuşumuzun başlangıç noktasının neresi olacağı oldukça mühimdir. Evet, sisteme karşı muhalif olduğumuzu söylüyoruz ama kendimizi nasıl ve nerede konumlandırıyoruz? Yabancılaşmanın çeşitli halleri üzerinden yükselen sisteme ve onun ilişki ağlarına karşı bütünsel bir meydan okumadan uzak bir şekillenişle sistemi değiştirmemiz olanaklı olmayacaktır. Durduğumuz noktayı, sistemle ilişkimizi irdeleyerek ama aynı zamanda onun ötesine geçmeye cüret ederek, yaşamı köklü bir biçimde değiştirebiliriz. Sistem, yabancılaşmanın çeşitli tezahürlerinin bütünlüklü bir hali olduğundan, mücadele anlayışımız ve hattımız da bütünselliğe dayanmalıdır. Emek sömürüsüne, ikili cinsiyet rejimine, sömürgeciliğe, insan merkezciliğe dayalı bir yapı olarak karşımızda duran sisteme yönelik köklü ve bütünsel bir hesaplaşmadan söz ediyoruz. Sistemin kendisine, düşünsel ve pratik olarak bütün var oluş hallerine karşı “HAYIR” diyebilmek, reddetmek ve isyan etmek bu bağlamda başlangıç noktamız olmalıdır. Radikalliği araçlara ve işlevlere hapseden düşünsel ve pratik bir konumlanma tarzı son anlamda sistem içici kalmaya mahkumdur. İlişki ağıyla, kültürüyle, devlet mekanizmasıyla, ordusuyla, kurumsallaşmış yapısıyla ve iktidar olgusuyla hem karşımızda hem de içimizde kendisini var eden devasa bir ilişkiler bütünü olan sistemle karşı karşıyaysak şayet, sistem karşıtı mücadele de bu duruma uygun olarak şekillenmelidir. Bütünlüklü ilişkiler ağına karşı yürütülen mücadele tek yanlı, yüzeysel ve gelişigüzel ele alınamaz. Devrimci hareket, esasen sistemi bütünlükten yoksun bir düşün biçimiyle yabancılaşmanın sadece bazı tezahürlerine indirgeyen eğilime sahiptir. Dahası, sistemi yabancılaşma üzerinden algılama ve görme yerine, indirgenmiş kategorileri gerçekliğin yerine koyarak, bir ya da birkaç öze hapsetme hali içerisindedir. Bu bakış açısından sistemi algılayanlar, çelişkileri tek bir var oluşa ya da başka bir ifadeyle öze indirgerler. Hal böyle olunca da hakikatin kendisi olmayan kategorik indirgemeleri, siyasal konumlanışlarının merkezine koyarak algılamaya ve değiştirmeye çalışırlar. Sınıf özcü veya kimlikçi siyaset tartışmalarının açığa çıkma zemini de 

zaten bu algılama biçiminden kaynaklanıyor. Bu vesileyle, belirtmekte yarar görüyoruz ki, sistemi, insanı ya da herhangi bir şeyi tek bir öze indirgeyerek yaşamı açıklama ve onu değiştirme iddiasında olan bütün siyasal anlayışlar kimlikçidir. Bütünsellikten yoksun olsa bile, tek tek kimlik mücadelelerinin değerini elbette görmezden gelmiyoruz.

Özellikle sınıf özcü bir noktada konumlanan, kendisi dışındaki bütün anlayışları post-modern ve kimlikçi siyasal anlayışlar olarak damgalayan ve bu damgaya karşın kendilerini tek komünist otorite olarak görme eğiliminde olan anlayış sahipleri ne yazıktır ki kendi gerçekliklerinin farkında değiller. Kimlikçi siyasetin dışında değil ama tam da merkezinde oldukları gerçeğine değinmeden geçmek bizim açımızdan bu yanıyla eksik bir tutum olurdu. Devrimci harekette açığa çıkan başka bir düşün biçimi ise sistemi, devlet aygıtına indirgeme eğilimini doğuruyor. Bu algılama biçimleri arasında en problemli olanıysa, sistemi siyasal iktidarlarla açıklama eğilimidir. Sistemi siyasal iktidar üzerinden okuyan kolektifler ve bireyler sistem içici siyasetin en dip noktasında konumlanıyorlar. İktidarda bulunan parti, bu bakış açısında baş düşman olarak belirdiğinden ötürü burjuva muhalefette yer alan partiler ister istemez müttefik olarak algılanıyor. Düşmanın dost olarak algılanması tam da bu bakış açısının ve gerçekliğin sonucudur. Değindiğimiz üç eğilimin hepsi de son kertede sistem içicidir. Bu düşün biçimiyle hesaplaşılmadığı müddetçe dünden bugüne değin açığa çıkan bu olumsuz durum değişmeyecektir.

Sistemin dayandığı ilişkiler, devlet organizasyonu ve kurumsal yapılar uzlaşmazlığın alanı olduğu kadar mutabakatın da tezahür ettiği alanlardır. Bu olgunun anlaşılması özellikle hayati önemdedir. Toplumsal çelişkiler, açığa çıkan olgular ve olaylar objektif biçimde irdelenirse şayet, bu gerçeklik rahatlıkla anlaşılabilir. Uzlaşmazlık ve çatışma, mülkiyet toplumunun gerçeğidir fakat yine aynı biçimde uzlaşma ve mutabakat da mülkiyet dünyasını üzerinde yükselen sistemin bir gerçeğidir. Komünist ve devrimci hareket yıllarca bu olguyu ya algılayamadı ya da daha kötü ihtimalle algılamaya pek sıcak bakmadı. Her bireyin, kolektif yapının sistemle şu ya da bu ölçüde mutabakat halinde olduğu inkâr edilemez bir olgudur. Emek sömürüsüne karşı farkındalığa sahip olan bir birey ya da kolektif yapı bu noktada sistemle bir mutabakat hali içerisinde bulunmuş olmaz ama aynı anda cinsiyetçilik olgusunda sistemle mutabakat halinde olabilir. Bunun tersi de elbette geçerlidir. Karmaşıklaşmış devasa ilişkiler bütünü olan sistemde, bu ilişkiler son derce çok boyutludur ve iç içe geçerek yaşamda karşımıza çıkar. Bu durum siyasal mücadelede göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Sistemle, devletle, iktidar olgusuyla ve resmi alanla kurulan ilişkinin en ironik halini coğrafyamızda Milli Güvenlik Kurulu belgesine karşı tutumlarda görmek mümkündür. Sağcısından solcusuna, İslamcısından Alevi’sine, Türk’ünden Kürt’üne kadar bireyler ve örgütlerin tutumu ne yazık ki bu mutabakatı açık bir biçimde gözler öne seriyor. Her grup ya da kişi, Milli Güvenlik Belgesi’nin bütünlüklü halini reddetmemekte ama sadece kendisiyle ilgili duruma şerh düşmektedir. MGK belgesinin çıkış noktasına, dayaklarına bütünlüklü itiraz edilmesi gerekiyorken, sadece kendisiyle ilgili olan kısma şerh düşme tutumu mutabakat olgusunun muhalif kampta bile ne denli güçlü olduğunu açıklamaya yeter. Daha mikro alanda gerçekleşen ilişki biçimlerine değinecek olsaydık eğer, bu ilişkinin köklerinin ve boyutunun daha derinlerde olduğu kendiliğinden anlaşılabilirdi. Sistemin düşünsel ve pratik biçimleniş tarzını köklü bir biçimde reddetmeyen, kendisini bir biçimde sistemle aynı düzlemde var eden bütün çıkışlar, bütün iyi niyetlerine rağmen sistem içici olmaya, sistemin içinde kalmaya ve onunla bütünleşme eğiliminde olmaya mahkumdur. Bu nedenle, radikallik olgusunu araçlarla kurulan ilişkilenme biçimi üzerinden tarif eden bütün anlayışların da sistem içici olduğunu belirtmeliyiz. Düşünsel ve pratik tutumunuzun sistemle arasındaki çizgi ne denli kalınsa o denli radikalsinizdir ama tersi söz

konusuysa eğer, o denli sistemle iç içe olduğunuz manasına gelir. Radikal düşün ve pratik hat kendi araçlarını zaten yaratacaktır, bu bağlamda gerçekliğin anlaşılması son derece önemlidir. Bu durum yeterince irdelenmediğinde ve algılanmadığında araçlarla yaratılmaya çalışılan radikallik arayışının yaşamda herhangi bir karşılığı açığa çıkamıyor.

Komünist önder, yaşadığı dönemin gerçekliği içerisinde sistemle hesaplaşmasını bütünlüklü temelde gerçekleştirdi. Sistemin düşünsel ve pratik varoluş biçimlerine karşı paradigmasını ve pratik konumlanmasını gerçekleştirdi. Zaten komünist yoldaşı bütünlüklü bir komünist yapan da bu durumdan başka bir şey değildi. 21. yüzyılın komünistleri radikal olmayı ancak sisteme karşı bütünsel bir bakışla ve pratik duruşla gerçekleştirebilirler. 21. yüzyılda komünist olmanın anlamı da kıstası da bundan öte değildir. Komünist önderin kullandığı yöntemin titizlikle incelenmesi, radikalliğinin arkasındaki dinamiklerin anlaşılması ve yaşamının köklü bir biçimde değiştirilmesi noktasında sistem karşıtı mücadele yürüten bütün güçlere yol göstermeye devam ediyoruz. Katledilişinin 49. yılında büyük komünistin duruşu, mücadelesi ve anıları önünde saygı ile eğiliyoruz.

DEVRİMCİ SOSYALİST FEDERASYON

Önceki İçerikMaoist Parti’nin kuruluşunun 50. Yılını büyük bir heyecan ve gururla selamlıyoruz!
Sonraki İçerik17‘LERİN KOMÜNİST ÇİZGİSİ, DEVRİM MANİFESTOMUZDUR!