ORADA BİR YERDE

1590

MADDE, HAREKET, ÇELİŞKİ VE BİLGİNİN KISA BİR YOLCULUĞU

Evren uçsuz bucaksız karanlık maddenin hakim olduğu, nerede başladığı nerede bittiği henüz belli olmayan devasa büyüklükte, büyümeye de devam eden, büyürken içindeki çeşitli tip (spiral, çubuklu, sarmal, eliptik, düzensiz) ve boyutlarda sayısız galaksi barındıran, barındırdığı bu galaksilerin içinde bulunan milyarlarca yıldız, gezegen ve bu gezegenlerin uyduları ve karanlık boşluğun içindeki diğer bütün maddeler ile birlikte durmaksızın sonsuz hareket çeşitliliği halinde olan uzay ve zamanın tamamı. Bahsi geçen boşlukta madde sürekli hareket ve değişim içindedir. Hareketin olmadığı yerde değişim söz konusu değildir/olamaz. Everene maddesel çeşitlilik ile birlikte sonsuz değişim, dönüşüm, çelişki ve çatışma bütünlüğü sağlayan bu hareket esnasında bazı galaksilerin ya da herhangi bir galaksi içerisinde bulunan yıldız yahut gezegenlerin ölümü gerçekleşir. Bu yok olma hali sonucunda uzay boşluğuna savrulan göktaşları, toz, gaz vb. maddelerin başka bir yerde farklı bir hareket formu ile birlikte yeni yıldız ya da gezegenlerin doğumuna neden olur/olmaktadır. Yani birlikler zaman ile ayrılıklara, ayrılıklar zaman ile yeni birliklere gebe bir akışkanlık halinin hakimselliğinde ilerleyen sürecin kendisini ortaya çıkartır. Bu durum evrendeki sonsuz hareket formlarından sadece biridir. Evreni çeşitlendirerek şekillendiren, şekillendirdikçe de farklılıklarla zenginleştiren bu hareket biçimleri asla kendiliğinden rastgele bir yol alma durumu da değildir. Kabaca baktığımızda ya da düşündüğümüzde bize öyle gelebilir ama bilimin açıklayarak çözüme kavuşturabildiği ya da açıklayamadığı ve keşfedilmemiş belli düzen ile düzensizliğin iç içe geçtiği kendisine özgün/özel yasalar çerçevesinde maddenin ilerlemesi zamana yayılarak devam eder. Uzaydaki maddenin hareketi ile ilgili anlatılmak istenen durumun karmaşıklığını biraz daha açıklığa kavuşturmak için sade bir şekilde örneklendirmeye çalışalım. Tekrara düşmek adına bir kez daha belirtirsek; uzay boşluğu içerisinde devasa büyüklükteki galaksilerden tutalım en küçük bir toz zerreciğine kadar her şey bağrında taşıdığı çelişki ile birlikte hareket halindedir. Bu hareket esnasında galaksilerin içinde bulunan milyarlarca yıldız sistemi ve bu yıldız sistemleri içerisinde bulunan gezegen ve uyduları kütle çekim kuvveti yasasına uygun olarak belli bir düzen çerçevesinde sürekli yer değiştirirler. Dünya hem kendi ekseni etrafında hem de yıldızı olan güneşin etrafında belli bir zaman ve hızla döner. Güneş aynı benzer hareketi içinde bulunduğu galaksi içerisinde farklı hız ve zamanda yaparken, güneşin içinde bulunduğu samanyolu galaksisi ise evren içerisinde saniyede 630 km. hız ile ilerler. Zamana yayılan hareket ve yer değiştirme maddenin hem öz hem de biçiminde köklü değişim ve dönüşümünü de gerçekleştirir. Bu dönüşüm, hız ve zamana bağlı olarak yeni koşuları ortaya çıkartır. Üstünde yaşadığımız dünya 5 miyar yıl önce güneş sistemi içerisindeki; toz, gaz, göktaşları vb. maddelerden bir araya gelerek oluştu. Sonraki süreçte günümüzden 4,5 milyar yıl önce bir ateş topuydu, 2,5 milyar yıl önce buzuldu. Dünya kesintisiz bir şekilde 25 milyon yıl boyunca aralıksız meteor istilasına uğradı. Düşen her bir meteor kendi içinde bir damla su kristali barındırıyordu bu su kristalleri çözündü ve birikerek su birikintilerine dönüştü, büyüdü günümüzde ise okyanuslar ve kara parçalarının var olduğu, içerisinde milyarlarca yaşam çeşitliliği barındırdığı mavi bir gezegen halini aldı. Dünyanın günümüzdeki şeklini alması hem kendisi hem de güneş etrafındaki hızının zamanla değişmesine ve yörüngesinin şimdiki düzene oturması sonucunda gerçekleşmesine bağlı iken, iki farkı güç daha dünyayı iç ve dış kuvvetler olarak şekillendirdi. Birincisi yerin dibindeki saklı kuvvetler (lav ve tektonik hareketler) sürekli hareket halindeler ve bu hareketlilik yüzeydeki soğuyan ve katılaşan tabakaları kabarttı, kara kütlelerini yükseltti ve yerlerinden farklı yönlere doğru kaydırdı. İkincisi dışta meydana gelen hareketler olan; kar, yağmur, rüzgâr, fırtına, akarsular, okyanuslar ve güneşin aşındırmasına uğrayarak günümüzün doğal görünümünü aldı. Bundan 2,5 milyon yıl öce ortaya çıkan bir başka kuvvet daha var ve oda zaman ilerledikçe dünyanın oluşan bu doğal görünümünde derin değişimler meydana getirmeye başladı. O kuvvet insandır.

Dünyada yeşeren yaşamın her bir aşaması diğer canlılar gibi insan denilen hayvanı da yarattı.

Doğa aşamalı olarak çalışır. Atomlar molekülleri oluşturur, moleküller bazları, bazlar aminoasitlerin oluşumunu yönlendirir, aminoasitler proteinleri oluşturur ve proteinler hücreler içinde çalışır. Hücreler önce basit canlıları meydana getirir ve daha sonra aşama aşama bu hücreler kendilerini yeni zamanın doğal yaşamına göre yeniden kopyalayarak daha gelişmiş canlıları ortaya çıkartır.” (1).

Evrim basitten karmaşığa doğru bir yol izler. Yavaş adımlarla ama giderek karmaşıklığa doğru yükselen bir yapı üzerinden kendini var eder. Bu durum sadece doğadaki değişim için ya da diğer canlıların ortaya çıkmasını koşullayan süreçler için geçerli değildir. Aynı zamanda insan, insanın oluşturduğu toplum ve düşüncesi için de geçerlidir. Bütün toplumsal ve zihinsel süreçler temelde aynı hareket ve değişim yasalarına bağımlıdırlar.

İnsanda bu sürecin içerisinden hem zihinsel hem de bedensel anlamda evrimleşerek ilerledi ve doğayı değiştirebilecek kudrete erişti. Peki neydi insanı diğer canlılardan ayıran ve doğada bu kadar güçlü kılan?

Bu güç bilgiden başka bir şey değildir.

Biliyoruz ki madde olmadan bilinç olmaz. Bilinci şekillendiren madde ve onun hareketidir. İnsanın madde ile olan ilişkisi, ona yaklaşımı bilinçlidir. Maddenin değiş tokuşu insanın bilinçli denetimi altında gerçekleşir. Yani insan hem doğanın bilincinde hem de doğada yaptıklarının bilincindedir. Ve bu bilinç/bilgi hiçbir zaman mutlak değildir. Sürekli yeni bilgiler ile kendisini yeniler. Gözlem, deneme/yanılma, deneyim ve pratik, edinilen bilgideki gelişimin ve bir üste evreye taşınmasının can damarını oluşturur. İnsan duyu organları aracılığı ile önce maddeyi algılar (Algısal Bilgi) sonra özünü ve doğadaki konumunu çözümler (Ussal Bilgi) en son aşamada ise edinilen bilgi pratiğe dökülür. Zaman ilerledikçe bu edinilen bilgiler defalarca bilinçte harekete geçirilerek kendi yaşam pratiği ile buluşturulur. Tekrarlar deneyimi, deneyimler yeni bilgiyi yenileyerek bir üst aşamaya evriltir. İnsan bunun ile de yetinmez yeni bilgiyi toplumsallaştırır. Toplumsallaşan bilgi sonsuz bir yolculuğa çıkarak başka bilgilerin doğumunu koşullayan nedenlere evrilir. İnsanın madde ile kurduğu ilişki ve bu ilişkiden edindiği tecrübelerden dersler çıkarması yönü ile diğer canlılardan ayrılmıştır. İnsan bu edindiği bilgi ile uzun bir süre doğayı anlamaya çalışmışken daha sonra toplumsal, kültürel ve bilimsel ilerlemeler sonucunda doğayı kontrol altına almak ile yetinmemiş kendi çıkarları doğrultusunda onu değiştirmeye çalışmıştır.

Afrika düzlüklerinde insanın ilk icadı olan taşı bir alet olarak kullanmasından daha sonra onu kendi amacına uygun bir şekillendirme çabası ile zihinde çaktığı bilgi kıvılcımı ikinci icadı olan toplumsallaşma ile bütünselleşmesinden günümüz modern biçimine evrilmesi 2 milyon yıldan daha uzun bir zaman dilimi üzerinden aşama kaydetti. Bu uzun zamanı kapsayan süreç içerisinde insan zihninde sayısız sıçrama gerçekleşti. Avcılık/toplayıcılık ile geliştirilen av aletleri, tarımın keşfi ile yerleşik yaşama geçilmesi, ateşin bulunması ile madenlerin keşfi, düzenli üretim ve bu üretim sonucunda ürün fazlasının ortaya çıkması ile değiş tokuşun gerçekleşmesi, ticaretin gelişimi, özel mülkiyet anlayışının derinleşmesi, ataerkilliğin dal budak salması, farklı kültürlerin iç içe geçimi ve bu farklılığın daha zengin başka kültürleri doğurması, farklı insan türlerinin yavaş yavaş yok olması. Yazının icadı, matematiğin, takvimlerin, saatin bulunması, mimari, astronomi, sanat, felsefe, tıp, biyoloji, kimya, fizik ve edebiyatın gelişimi, dinlerin etkisi, okyanus ötesi keşifler, sayısız kanlı savaşlar ve bütün bunlara bağlı olarak evrim teorisin ispatı vb. birçok araç, yol, yöntem ile bilgi insan zihninden pratiğe dökülerek toplumsallaştı ve kuşaktan kuşağa aktarılarak yolculuğuna devam etti/ediyor.

Geçmişten günümüze yeryüzünde yaşamış insanların ortak çaba ve emeği ile geliştirilen bu bilgi fırtınası tarihin her döneminde yönetim ve üretim araçlarını ellerinde bulunduran sınıfın elinde halklara karşı bir sömürü, baskı ve buna uygun olarak yaratılan din, kültür ve eğitim araçları üzerinden onları kendilerine yedekleyerek muhtaçlaştırma silahına dönüştürülüp, olması gereken halinin yani herhangi bir ayrıma girmeden tüm insanlığa ve doğanın yaşamını kolaylaştırmaktan çıkartılıp, egemenlerin tekelinde diz çöktürülerek sermayenin hizmetine sokulmuştur. İlkesel erozyona uğratılan bilim paslı öğütücü bir makinenin işlevselliğine büründürülmüştür. Doğayı tahrip eden, kirleten, katleden ve kendisinden olmayan herkesi yok sayarak bütün farklılıklara düşman olan sistemin tahakküm aracı konumundadır. Bilginin ve insan bilincinin bütün bir yaşam deneyimi 18.yy’da bir üst aşamaya evrildi. 1760’ta İngiltere’deki Sanayi Devrimi öncelik ile köylerde başladı. Üretim araçlarını ellerinde bulunduran sınıf üretim elde edebilmek adına köy evlerine iş götürüyor ve el emeğine dayalı imalat ile ürün elde ediliyordu. Daha sonra artan talep nedeni ile evlerdeki üretim, ihtiyacı karşılayamaz bir duruma evrildi. Bunun üzerine köylere buharlı makinalarla dolu fabrikalar kurulmaya başlandı. Baskıcı yeni bir düzen altında daha fazla ürün elde etmek adına İngiliz köylüleri bu fabrikalarda ağır koşullar altında ucuza çalıştırıldı. Köyler fabrikaların kurulması ile kasabalara dönüştü, kırlardaki nüfus toprak üretimini terk ederek bu fabrikalarda çalışmak adına şehirlere doluştu. Nüfus daha da arttı ve bacaları zehir kusan fabrikalar ile birlikte kasabalar kalabalık şehirler halini aldı. İşçi sınıfı bu dönemde oluşmuş ve bu kötü koşullar nedeni ile huzursuzlukları ayaklanmalara evrilmişti. Doğa da tıpkı emekçi sınıf gibi bundan nasibini almış artık hem açıktan kirletiliyor hem de katliama uğruyordu. Ve bütün bunların sorumlusu kapitalist sistem kanlı dişleri ile yaşama merhaba diyordu. Benzer huzursuzluklar monarşi sistem nedeni ile Fransa’da da baş gösterdi. Halk bir yandan yoksulluk ile cebelleşirken diğer yandan ise kitaba ve bilgiye sarılarak bilinçleniyor ve ilerici yeni bir kültür yaratıyordu. Halk bu yeni kültür ile birlikte monarşi sisteme karşı kararlı barikatlar kurdu. 1789 Fransız İhtilali ile birlikte isyanlar doruk noktasına ulaştı. Akabinde ise bu isyanlar Cumhuriyet’i doğurdu. Bilginin yolculuğu durmuyor yeni ilerici birikimler ile ilerliyordu. Tarih 1870-1871 yılını gösterdiğinde yine halka kan kusturan Fransız yönetiminin; sömürü, açlık, savaş ve yoksulluktan beslenen siyaseti zengin ile fakir arasındaki uçurumu daha da açmıştı. Zengin sınıfının zevki sefa içerisindeki yaşamına karşılık emekçiler açlığın ve umutsuzluğun kokuşmuş çöplüğünde can çekişiyordu. Savaşlardan kaynaklı üretimsizliğin ve tükenen gıda stoklarının getirdiği bunalım sonucu; ezilen, yok sayılan, ötekileştirilerek değersiz görülen halklar; sermaye sistemi ve sistemin kendilerine dayattığı kudretsizlik ile birlikte umut ve mutluluktan yoksun bu yaşama karşı daha radikal bilgi teorisine ihtiyaç duydular. Nitekim bu radikal bilgi teorilerini besleyen İngiliz işçi sınıfından ilham alarak Avrupa’nın diğer ülkelerine yayılan birçok mücadele birikimi ile birlikte teorik ilerlemeler rehber görevi görüyordu. Fransız yoksul halk çareyi devrime, devrimci fikir ve bilgilere sığınmakta buldu. Devrimci bilgi teorisi ise ezilenlere gülümsedi, sevinçle karşıladı, geleceğe doğru yeni, eşitlikçi adımlar atabilmek için onları bağrına bastı. Ve bilgi, derin bir özen ile; salt mevcut yönetime karşı ayaklanmanın yetersiz olacağını, işgalciler ile birlikte bu yönetimin beslendiği sistemin temeline isyanı taşımanın şart olduğunu, barışında ancak halkın yönetimi devr alması ile olabileceğini titizlik ile halkın bilincine fısıldadı. Bunu kavrayan halk gerici sistemin önlerine bir duvar gibi diktiği ümitsizliği ezerek ayaklandı. Ve ciğerlerini o şanlı komünün nefesi ile doldurarak zafere ulaştı. Bilgi insanlık tarihinin o döneme kadarki en yüksek aşamasına ulaşarak devrime evrilmiş bir ütopya düşü olmadığını ispatlayarak egemenlerin üstüne yürümüştü. Bunun sadece başlangıç kıvılcımı olduğu ise sonraki zamanlarda daha net anlaşılacak ve derin dersler çıkartılarak kızıl bir pusulaya dönüşecekti. O kızıl bilgi pusulasına önderlik etme görevini iki genç yoldaş devr alacaktı. Onlar Marks ve Engels idi.

Marks ve Engels’in bu pratik isyan deneyim ve yenilgilerinden çıkardığı dersler ile birlikte Komünist bilgi manifestosu ezilen insanlık ve hunharca yok edilen doğanın üzerine bir güneş gibi doğdu. Ezen ile ezilen, sömüren ile sömürülenin ortadan kaldırılmasını amaçlayarak özel mülkiyet ve bu mülkiyeti elinde bulunduran sınıfı ilk çıktığı tarihi dönemin çöplüğüne göndermek için bilgi yeni yüksek bir aşamaya ulaşarak başkaldırdı. Gerici, kan emici sistemin elinde doğaya ve insanlığa karşı bir kıyım makinasına dönüşen bilimi özgürleştirecek teoriler ezilenler cephesinde coşku ile karşılandı. Bu coşku kısa sürede farklı coğrafyalarda Lenin ve Mao yoldaşların katkıları ile pratikte sınanarak başarılı oldu. Tarihsel tecrübesizliğin getirmiş olduğu zorunluluktan kaynaklı bu başarılar geçici olarak başarısızlığa evrildi. Bu durum doğadaki yaşamın ilkesel yasaları ile benzerdir. Zira doğadaki bazı türlerin yok oluşu bazlarının ise yaşama devam edebilmesinin nedeni; doğaya uyum, kararlılık ve direnç ile alakalıdır. Canlılar dünyasında doğaya en iyi uyumu gösterebilen yaşar. Gösteremeyen ise yok olur. Doğa doğal ayıklanma yolunu kullanarak ilerler. Devrimci bilinç ve kültürde burjuva gerici kültür karşısında yaşamına devam etmek istiyorsa kendisini ondan arındırmasını bilerek kendi içine sızan asalak her kültür ve temsilcisini ayıklamasını bilmelidir. Bunun ile yetinmeyerek ayıklanma sonucunda sürekli bir güncelleme ile bilgiyi, bilinci, kültürü bulunduğu zamanın toplumsal koşullarına uygun bir pratik içerisine yerleştirmelidir. Bu diyalektik yöntemden sapmak ilericiliğin gericiliğe boğazlatılmasını getirir.

Madde ve hareket var olduğu sürece çelişki var olacak, hareket olduğu sürece değişim dönüşüm maddenin özünde hep diri kalacak. Gelecekteki yeni bilgiler ise insan zihninde bu diriliğin dibinde daima pusuda kalarak pratiğe döküleceği anı bekleyecek. Doğa, canlılar, bilim, kültür, toplum, felsefe, sanat vb. her şey bu diyalektik yasaya tabidir.

Son olarak; bilginin insan zihninde iki milyon yıl önce başlayarak günümüzde geldiği son noktada şunu görüyoruz; uzay biliminde yaşanan muazzam gelişmelerin sonucunda yeryüzünde hayat başladığı zaman var olan kimyasal maddelerin salt bize özgü olmadığı ortaya çıktı. “Son yıllarda yıldızlar arası uzayda, bizim böylesi soğuk bölgelerde oluşup ortaya çıkabileceğini asla düşünmediğimiz moleküllerin Hidrojen Siyanid, Siyane Asetilen, Formaldehit- tayfları ile ilgili izlere rastlandı. Bunlar bizim yeryüzünden başka herhangi bir yerde var olmadığını sandığımız moleküllerdi. İlerde hayatın çok çeşitli başkayışlarının olduğu ve çok çeşitli biçimlere sahip bulunabileceği ortaya çıkabilir.”(2).

Evet, uzaydaki madde, dünya, biz ve beynimizdeki bilgi ve bilim ile birlikte bir bütün olarak o hareket ve bu harekete bağlı çelişkinin bir parçasıyız. Bu bütünlük, Samanyolu Galaksisi içerisinde evrenin o karanlık boşluğunda bir toz zerreciği olarak saniyede 630 km. hız ile yoluna sürekli değişerek ve gelişerek devam ediyor.

(1), (2). JACOB BRONOWSKİ İNSANIN YÜKSELİŞİ

BORAN KIZILDAĞ

Önceki İçerikTC Faşizminin politik mahpuslara yönelik saldırıları teşhir edildi !
Sonraki İçerikHeraus zur LLL-Demonstration!