YAŞAMDA ÇÖZÜLME VE ÖZGÜRLÜK

Son süreçte sosyalist camiada sağ tasfiyeciliğin baskınlığı göze çarpmaktadır. Devrimci komünist mücadelenin ve toplumsal muhalefetin gerilediği, sistemin güçlendiği dönemlerde sistem içi mücadele eğilimleri gerek kitlelerde, gerekse de devrimci harekette ana akıma dönüşür. Sistem içi eğilimler sol sapmada da tabii ki vardır ve gözden kaçar. Biz yine de esas olarak sürecin baskın karakterine, yani sağ tasfiyeciliğe odaklanalım. Sistem içinde teknoloji devrimi ile gelişen konfor alanları ve iktidar aygıtlarının haşinliği neticesinde uslu çocuk muhalefet baskın eğilimlere dönüşür. Uslu çocuklar sistemin kırmızı çizgileri ile, sistem dışı muhalefetle çokta ilgilenmez. Sistemden ziyade mücadele araçlarının legalliği-illegalliği merkezli gelişen tartışmalarda bu kör noktanın oluşmasında teorik bir zemin sunar. Çünkü illegal olanın da sistem içi olabileceği gerçeği çoğu zaman görülmez. Temel kriteri devlet aygıtları ile çelişmeyi ele almaya sıkıştırınca, doğal olarak sistem ilişkileri gözden kaçar. İşkencede direnmek bir yaşamda direnmenin ifadesi olarak görülür. Halbuki işkencede dirençli olmak tek başında çözülmemek için yeterli değildir. Yoldaşına, dostlarına ve halka karşı saldırgan eğilimler taşıyıp, işkencede direnmek bir çözülmeme hali değildir. Çözülme yaşamda başlar. İşkence tezgahında kendini gösterip göstermemesi tek başına önemsizleşir. Çözülme yaşamda ortaya çıkıp, sorguda çıkmaması kişiyi sağlam devrimci yapmaz. Önemli olan yaşamın her anında çözülmeme tavrına ulaşmaktır. Bu durumda oldukça güçtür. Ataerkil ilişkilere yaslanan bir erkek devrimcinin eril karakteri yaşamda bir çözülme halidir. Ezilen ulusun özgürlüğüne karşı en ufak tutum sahibi bir devrimcinin sömürgecilik karşısındaki tavrı bir çözülme halidir. Heteronormatif yapıyla uyumlu tavır koymak, güncel politikada burjuva kliklere yedeklenmek birer çözülme halleridir. Şubeye taşınan çözülme tam da yaşamda başlar. Şubede çözülen her kişinin yaşamında mutlak olarak çözülme hali karşımıza çıkar. Fakat şubede direnç göstermek, hesap sormak tek başına direnme hali midir? Değildir. Şubede direnip, yaşamda sistem içi davranan, yoldaşlık ilişkilerinde paylaşımcı olmayan, yoldaşlarına tahakküm kuran biri de çözülmüş bir bireydir. Bireyliğin gelişip birey olmanın önüne geçtiği ve kişinin benliğinin merkezine oturduğu durumlarda bir çözülme tavrı görürüz. Şube de karşı karşıya gelen iki sistem ve iki tavırdır. Bu çatışmada kimin hesap sorucu olması gerektiği açıktır. Komünist mülkiyetçiye hesap vermez. Enternasyonalist sömürgeciye hesap vermez. Feminist ataerkile hesap vermez. Hesap sorması gereken isyancıdır. Bir kez isyancı kendini çizgiyi aşan, statükoyu hesap soran olarak kavradı mı çözülmenin işkence hanedeki hali açığa çıkar. Aynı şekilde yaşamda da bu iki sistem çatışır ve bu iki sistemin tavırlarını ortaya koyanlar tasniflenir. Hesap veren muhalif, sistemiçiliği kabul edendir. Faşiste faşist diyemeyen, sömürgeye sömürge diyemeyen, ezilen ulusların anadilleri ile siyaset yapmasını savunamayan yaşamda çözülmüştür.

ZORUNLULUKLAR DÜNYASI

 Sistemin parçası olan her şey bizi sistemiçileştirir. Bu noktada mecburiyetler dünyası kavranmadan özgürlükler dünyası kavranamaz. Sistemin kendisi bütün yaşamı kuşatıp esasını ele geçirmişken, yaşamın oluş ve akış hali sistem içinde gerçekleşir. Yaşamak için çalışmak, çalışmak için mülkiyet dünyasının parçası olmak zorunda kalırız. Sağlık sisteminden faydalanmadan sağlığımızı korumamız oldukça güç haldedir. Sağlık sistemine dahil olmak için sigortalılık şartı içinde çalışır prim öderiz. İş bulmak veya yapmak için eğitim alırız. Aile üyelerimizin sağlık hakkını sağlamak için nikah, nüfus ve vatandaşlık işlemleri karşımıza çıkar. İş bulmak için askerlik zorunluluğuna takılabiliriz. Ulaşım, sağlık, eğitim, gıda veya giyim gibi her alanda zorunluluklar dünyası tarafından kuşatılmış ve ele geçirilmiş durumdayız. Bu nedenle bu tip sistem içi zorunlulukların dışında olan düşlerimize rağmen sistem içinde bir hayat süreriz. Bu hayatı sürmek bize yaşamın akışı ve oluşu içinde bir gerçeklik yaratır.

Devamlı yaşamımızda sistemi örgütler. Bu sürecin dışına çıkmak için bile bu sistem ilişkileri içinde bir örgütlenme süreci yaşarız ve bunlar da işin doğasında var. Yaşamın akışında politik olarak doğru olan şeylerin teorik olarak da doğru olduğunu düşündüğümüzde düşünsel olarak da sistemi zihnimize iyice yerleştirmiş oluruz. Yaşamın gerçekliğinin doğruları mülkiyet dünyasınca, zorunluluklar dünyasınca belirlenir. Biz bu zorunluluklar dünyasını kavrayıp, onu adım adım ortadan kaldıran alternatifleri üretmekle özgürleşebiliriz. Özgürlük sınırsız bir keyfiyet değil, zorunluluklar dünyasının dışına çıkarken yeni bir sosyal sözleşme temelinde bir gelecek inşası mücadelesidir. Tahakküm ve özgürlük bir arada var olan şeylerdir. Özgürlük tahakkümle hesaplaşma halidir ve bunun en etkili enstrümanı örgütlü mücadeledir. İnşa edilen örgütün sistem dışı bir muhtevayla yaratılması gereklidir. İçinde tahakküm olan yapılar sistem içi olmaya mahkumdur. Yoldaşından düşman yaratan, egemen burjuvazinin kliklerinden dost arayan her yapı sistem içi karakter taşır. Bu yapıların düşünsel hattında yer alan herkes çözülmüştür. Son dönem ulusalcı faşist kliklere bel bağlayan, seçimlerde örtük destek hattı içinde yer alan, tank palet fabrikasının milliliğini dert edinen eğilimler de yaşamda çözülmeye örnektir. Devrimci örgütün kolektif eğilimlerini otoriter tutumlarla bastıran ve tasfiye eden yapılar yaşamda çözülmeye örnektir. Kadın, LGBTİ+, ezilen uluslar, göçmenler gibi sınıf hattı dışında kalan konuların birçoğuna dair yaşamda çözülmenin politik hattını birçok sosyalist kurumda görebiliriz. Sınıf özcü yaklaşımlar yaşamı üretim hattına indirgeyip, sistemin diğer varoluş hallerini görmezden gelirken bu görmezden gelinen alanlardaki isyancı özle de ilgilenmezler. Bu tip politik yaklaşımlar kurumsal olarak sistemiçiliğe örnek verilebilir.

 Yaşamda çözülen devrimci kişilerde ciddi bir konfor alanlarına yaslanma, statükoyu koruma, iktidardan ürkme, uslu çocuk muhalefeti görebiliriz. Sistem dışına çıkan devrimcileri tecrit eden, sistemin hedeflediği devrimcileri dışlayan ve sistemin yasakladığı alana girmeyi bir kenara bırakın, girene tavır koyan hat uslu çocuk hattıdır. Bu tavra sahip olan muhalefetin sınırlarını sistem ve devletin zorunlulukları belirler. Özellikle reformist hareketlerde bu tutumlar oldukça belirgindir.

 Bugün bir taraftan savaş sloganları atıp, bir taraftan bedelli askerliğe kadro sevk eden yaklaşım yaşamda çözülme tavrıdır. Bedelli askerlik yapmak, emek mücadelesini meşruluk yerine sendikacılık yasalarına tabi görmek, seçildiği yerel yönetim ve vekilliklerde protokollerde yer alma hevesleri, en genel muhalefeti meşruluk yerine legalliğe sıkıştıran yaklaşımlar problemlidir. Olanaklar çerçevesinde zorunluluklar dünyasını parçalamaya dönük yaşamımızı örgütlemeliyiz.

 SUÇ ORTAKLIĞI SİSTEMİ, ÖZGÜRLÜK VE EYLEM HATTI

 Devlet bir üst yapı kurumu olarak örgütlenir. Alt yapı üst yapıyı belirler. Komünist ilkeleri (ve hatta en basit siyaset bilimi ilkesini) kavrayan birinin, devletin sistemin bir aygıtı olduğu gerçeğini kavraması gerekir. Doğal olarak devlet de bu sistemin bir yan sanayisi, enstrümanı, aygıtıdır. Sistem bir toplumsal ilişki ağından ibarettir. Üretim, sosyal ilişkiler, ulus, cinsiyet, cinsel yönelim, din, kültür, doğa ve diğer her şeyin içindeki tahakkümcü-mülkiyetçi ağ bu sosyal ilişkilerin bütününü oluşturur. Bütün bu ilişkilerin enformal ağı, normatif olanı tanımlar. Devlet bu normların koruyucusu işlevi taşır. Sosyal ilişkilerimizdeki tahakkümlerin toplamı, devlet erkinde siyasal olarak somutlaşır. Bu nedenle de devlet bu ilişkilerin dışında ya da üstünde değildir. Üst yapı kurumu olarak kavramlaştırılmasından hareketle bazı bilimden kıt yaklaşımlar devleti bütün bunların üstünde tanrısal bir güç olarak görür. Anti-bilimsel kıt bakışlı süreci akış ve oluş halinde değil, tanrısal bir kurgu ve devletin yaratıcı dizaynı olarak kavrar. O nedenle de tavrını bu devlet denen zımbırtının her şey olduğuna göre kurgular.19:56

Bu kavrayışın diğer bir sahibi de kendini devlet erkinin kudretli uzantısı sanan işgüzar bürokratlar, memurlarından zabıtasına varana kadar devlet veya kamu kurumu hiyerarşisinde oynadığı rolü abartanlardır. Onlar da kendilerini bu devlet denen tanrının temsilcisi olarak gördüklerinden iktidardan paylarını tahsil etme derdiyle bize tanrısal temsiliyet rollerini kabul ettirmeye çalışırlar. Bir zindan havalandırmasında yeşermiş çiçeği koparıp “yassah” diyen, işportacıyı dövmeyi ve haraç almayı hak sayan, atacağı bir imzanın kanuni zorunluluğundan işini ağırdan alan ve vatandaşın ceketini iliklemesini bekleyen, hangi protestonun toplantı yürüyüş kanununa muhalefete gireceğine kendi keyfiyetince karar veren irade bu işgüzarların iradesidir. Bunlar içimizden, bu toplumdan çıkar. Erkten kaptıkları payı büyük bir sevinçle üstlenirler. Bir kadının başının, dizinin, göbeğinin açık mı kapalı mı olması gerektiğine karar veren tüm erkekler de bu sınıfın sistem cephesindeki yansımasıdır. Bir insanın hemcinsiyle mi, karşı cinsle mi sevişmesi gerektiğine dair normlar savunan aklı da aynı mekanik düşüncenin yansımasıdır. Bu düşünce tipine göre güneş, insanları (insandan kasıt esasta erkeklerdir) ısıtmak ve aydınlatmak için, doğa insanı beslemek için vardır. Materyalist bir mülkiyetçide bile bu düşünce aynı şekilde kendini örgütlemiştir. Adeta bir tanrı insanı seçmiş ve kainata insanlara hizmet için var olun demiştir. Halbuki kainat, yıldızlar, güneş, dünya, denizler ve doğa milyarlarca yıldır varken; insan sadece bir kaç milyon yıllık süreçte evrimleşmiştir. Yani ne güneş ne doğa insan için var olmamıştır. Bir koyunun yünü insanı ısıtmak için değildir. Hayvanlar bizi beslemek için değil, yavruları için süt verirler. Devlet denen aygıtın kendisi toplumsal yapıdaki bu tahakkümcü işgüzarlığın ürününden ibarettir. Devlette somutlanan şey sadece bu sosyal ilişkilerdeki tahakkümcü oluş halidir. Toplumsal yapıdaki akışkanlık sonucu devlet denen kurum da zaman içinde çeşitli konularda pozisyon değiştirir. Egemen kurumların zihniyeti ile toplumsal ilişkilerdeki hakim zihniyet arasında diyalektik bir bağ vardır. Egemen kurumların hepsi bu ilişki ağının birer megafonudur.

 Bugün yaşamın her alanında, her varoluş halinde ortaya çıkan yabancılaşmaya, tahakküme karşı tutumumuz bu düşünce metodolojisinden beslenir. Yaşamın belli bir alanında, belli bir ilişkilenişinde tahakkümü normalleştiren veya görmezden gelen her yaklaşım sistem içidir. Sistem içi her yaklaşımda çözülme hattındadır. Kadın adına konuşan ve onlar hakkında karar veren erkekler sistem içi (eril) yaklaşımın tezahürüdür. Ezilen ulus adına karar veren ve konuşan hakim ulustan herkes birer şovendir. Hayvanları nesneleştiren, hayvanların var oluşunu insan beslenmesi veya menfaati ile açıklayan her yaklaşım türcüdür. İnsan cinselliğine rıza ötesi kalıp getiren ve hazzın kendisini rıza ötesinde de sınırlayan her yaklaşımda sistem içidir. Sistem sadece üretim ilişkilerinden oluşmaz, üretim ilişkileri ekonomik bir temelden ibarettir. Ekonomik temeli her şey sayıp, geri kalan her şeyi etkisiz gören yaklaşımlar sistem içidir. Bu nedenle bir devrimci erilse, şovense, türcüyse, mülkiyetçiyse çözülmüştür. Eğer bir devrimci bütün bu tahakkümlere ve ötesinde her tahakküm ilişkisine tavır almışsa özgürlük ve devrimci eylem kendini gerçekleştirir.

 Sistemin verdiği avantajlara kendini yaslayan ve parçası haline dönüşen her tavırda suç ortaklığını görürüz. Sistemde avantajlı kimlikler-kesimler birilerini dezavantajlı halde tutmak isterler. İşte bu avantajları kullanmak pek de masum değildir. Düpedüz sistemin bu çok yönlü tahakkümcü oluş halinden beslenen herkes suç ortağıdır.

 FAİL TOPLUMUN DÖNÜŞÜMÜ

 Toplumsal ilişkilerde, toplumsal mücadelede, öz örgütte, örgütlü yaşamda, komünist örgütte ve kişisel ilişkilerde bir dönüştürme süreci, sorumluluğu vardır. Her birinin dinamiği, potansiyeli, sorumluluğu ve her birince kuracağımız ilişkinin çerçevesi farklıdır. Fail bir toplumu değiştirmeden devrim yapmak mümkün değildir.19:56

İnsanların suç ortaklığı sisteminin parçası olmasından hareketle düşmanca tavır geliştirmeye kalkarsak marjinal bir gruptan öteye geçemez ve toplumsal ilişkileri değiştiremeyiz. Bu nedenle de her bir aşamasında farklı çerçevelerle insanları değiştirmeye çalışırız. En genel ilkelerimizi ve düşüncelerimizi herkesle paylaşsak bile herkesten aynı dönüşümü bekleyemeyiz. İnsanların dönüşümlerine göre ilişkimizin muhtevası da değişmek durumundadır. Toplumsal ilişkilerimizi sürdürmemiz yaşamın olağan akışı içinde gerçekleşir. Aşırı derecede düşmanlık güdenlerle bile belli zeminlerde yaşam bizi muhatap haline getirir. Bu noktada genel ilkelerimizi savunurken beklentimizi çok düşük tutmamız gerekir. Belli konularda bizimle buluşan insanlarla ortak mücadele alanlarında bulunurken, ortak alandaki sorunun tahakkümcü ve mülkiyetçi özüne dair yaklaşımlarımızı koyar ve en genelde tahakküm yok edilmedikçe bu sorunların varlığını koruyacağını ortaya koyarız. Öz örgütler örgütlenirken müştereklerden hareketle birleşir, yaşamın farklı alanlarında karşı karşıya geldiğimiz insanlarla bir araya gelebiliriz. Öz örgütün öncel sorunlarından sapmadan müşterekleri artırıcı yaklaşımla düşüncelerimizi paylaşırız. Örgütlü yaşamda durum büsbütün değişir. Artık devrimci faaliyetin parçası olmak isteyen fakat farklı alanlarda mücadeleyi kavrayışlarındaki devrime yakınlıklarına göre metotlarımız değişir. SLH çalışmasında esas mesele lubunya mücadelesi iken, bunu devrimci zeminde verme anlayışı ile belli bir çevre örgütlediklerinde yaşamın bütününde devrimci tavır koyamayanlar ile ilişkilenir. Bu insanlarla süreç yürüterek bütünsel bir devrimci yaklaşım kazandırmaya çalışır. FKH çalışması ve ezilen uluslar içindeki çalışmalarda böyledir. Örnek olarak saflarımızda Kürdistan’ın özgürlüğü için kazandığımız birinin ataerkil yanlarını değiştirmek bir süreç işidir. FKH’ın saflarına kazandığı bir kadının şoven yanlarını değiştirmesi bir süreç meselesidir. Bu konuda aşırı sıkıntılı tavırlar olmadıkça süreç içinde çözülerek adım adım kolektifimizle bütünleştirmek esastır. Komünist harekette ise durum tümden değişmeye başlar. Ana devrimci programda, güncel devrimci programda birleşilmesi gerekir. Anarşist, Marksist ekollerden gelen fakat güncel devrimci programda birleşen herkes komünist hareketin parçası olabilir. Ataerkil, mülkiyetçi, şoven unsurlar bu aşamaya dahil edilemezler.

 Kişisel ilişkilerimizde ise durum büsbütün farklıdır. Sosyal çevremizdeki insanlarla yakın çevremizde farklı kriterler gerekir. Yaşamın bütününde ya da genelinde sorunlu insanları değiştirmek bizim işimiz değildir. İnsanların sorunlu yanlarına cehaletle yaklaşmaz, faillikle açıklarız. İnsanlar cahil oldukları ya da farkında olmadıkları için değil kirli oldukları için sorunlu pratikler ortaya koyarlar. O nedenle onlardaki kötülüğü ve değişimi iyi niyetle açıklayamayız. İnsanlar bencil oldukları için emeğimizi sömürürler. İşlerine geldiği için insanları kullanır ve tahakküm kurarlar. İşlerine geldiği için yalan söylerler. Sorunlu her davranış bir karakter sorunudur. İnsanların sorunlu karakterini değiştirmemiz özel olarak bizim mesuliyetimiz değildir. Politik faaliyetin getirdiği iletişimden kaynaklı sorunlu insanları hayatımıza sokmamız gerekmez. Sorunlu kişiliklerin değişimi özelde gündemimiz değildir. Biz en genel toplumsal mücadeleyi inşa ederken önümüze fail toplumun dönüşümünü politik bir proje olarak koyarız. Özelde sosyal ilişkilerimizde ise bu problemli tipleri elemeli, kendimizi gerçekleştirme sürecimizde engelleyici olan ilişkilenmelerden kurtulmamız gerekir. Sonuç olarak tek tek kişilerin sorunlarına eğilme gibi bir hatalı yönelime girdiğimizde asla kendimize ve toplumsal mücadeleye zaman ayıramasak bile bu sorunlara yetişemeyiz. Bu tip sorunlar sistemin döne döne ürettiği sorunlardır. Baş çelişmenin çözümü bu sorunların ortadan kaldırılmasına hizmet eder. Baş çelişmeyi bir yana bırakıp onun ürünü olan problemleri çözme çabası bizden eksiltir.19:56

Yakın ilişkilerimizde kesinlikle nitelikli kriterler koyarak, problemli ilişkilerden uzak durmalı, problemli kişileri değiştirme çabasından sıyrılmalıyız. Son kertede bizim elimizde insanı değiştirecek sihirli bir değnek olmadığına göre bu tip ilişkilerde insanlar değişir umuduyla yakınlaşmak yerine, hali hazırda yaşamda duruşu net ve nitelikli insanlarla yakın ilişkilerimizi yürütmeliyiz. Yaşamda nitelikli duruşu olan yoldaşlar, dostlar, sevgili-ler bizden bir şey eksiltmez ve katar. Çıkması muhtemel sorunları ilke ve anlayış çerçevesinde metodoloji ile çözebiliriz. Karakter sorunlu, kavrayış sorunlu, kendi bencilliğinden taviz vermeyen ve kendini merkeze koyan ilişkilerde ise değişim umudu ile sürdürmek nafiledir. Son kertede yaşamda çözülmüş ve sistem içi kişiliklerin değişip değişmeyeceğini irademizle belirleyemeyiz. Sonuçlar arzu edilir yönde olmadığında sadece emek verdiğimiz tüm zamanı kaybetmiş oluruz. Problemli tiplerden vazgeçmeyi bilmek zamandan, emekten bir tasarruf olarak hayatımıza ve mücadelemize olumlu yönde katkıda bulunur. Sosyal ilişkilerimizi iyi niyet üzerinden değil ilkeler üzerinden kurmamız zorunludur. İnsanlar cahil değil kirlidir. Tek tek insanların dönüşümü değil toplumsal değişim sorumluluk ve ilgi alanımıza girer. Kişisel ilişkilerimizde değil toplumsal ilişkilerimizde fail kişilerle ilişkilenip değiştirmemiz gerekir. Süreci iyi niyet ve cehaletle açıklamak, herkesi değiştirebileceğimize inanmak ham hayaldir.

 Bugün devrimci hareket içinde sisteme karşı varoluş ortaya koymayıp, sistem içinde yer edinen ve çeşitli isyanlara tavır koyan her kişi çözülmüştür. Yaşamda tavrımızı çözülmüş insanların pozisyonlarının gerisine düşerek değil, çözülmüş insanlardan farkımızı koyarak gerçekleştirmeliyiz.

 H.K. ZACHARİADİS

Önceki İçerik17‘LERİN KOMÜNİST ÇİZGİSİ, DEVRİM MANİFESTOMUZDUR!
Sonraki İçerikKAYPAKKAYA GÜZERGAHINDA, CÜRETLE İLERİ DİYENLERE