1980 de yapılan faşist askeri darbenin üzerinden 10 koca yıl geçmişti. Devrimci parti ve örgütler fiili olarak yenilmiş, kadro düzeyinde hapishanelerde sürdürülen direniş dışarıya umut olup, çok az kadronun omuzlarında yeni bir kuşağı mayalayan Devrimci pratik üzerinden yeni bir örgütlenme serpilip gelişmeye başlamıştı.
Devrimci sosyalist dergilerin çıktığı, büyük şehirlerde legal zeminde başta dernekler olmak uzere bir biri ardına bir çok kurumun mantar gibi çoğaldığı bir süreçti yaşanan. 10 yıllık karanlığa karşı direnen bir çok devrimci geleneğin yeniden mücadele sahnesine çıkmasıyla açılan yeni coşkulu bir döneme girilmişti özcesi.
Bu yeni dönemin en devrimci karakteristik özelliği, tüm yenilmiş, dağınıklık ve geriye düşme sürecinde yaşanan politik hırpalanmaya inat, öte yandan Sovyetler Birliğine dayanan revizyonist blokun da dağılmasıyla ortaya çıkan ideolojik kaosa rağmen, silahlı mücadele fikri ekseninde devrimci parti ve örgütler illegal alanda da örgütlenmeye başlamış, silahlı eylem sesleri kırlardan ve şehirlerden giderek yükselen bir tonda kendini duyuran bir düzeye erişmişti. Diğer yandan, hapishanede uzun yıllar tutsak edilen kadroların özgürlük eylemleri de ( firarlar) bu süreci besleyen yeni bir gelişmeydi. 12 Eylül karanlığını yırtan bu yeni devrimci silkiniş, bir çok alanda ki ölü toprağı atıyor, yeniden sosyalist geleceği ciddi bir seçenek olarak belirgin hala getirilmesinin önünü açıyordu.
1990 baharında Devrimci Sol kadrolarıyla birlikte, Kandıra Alay baskınından tutsak düşen, TKP(ML) nin önder kadrolarından Baba Erdoğan’da, özgürlüğüne devrimci yoldan kavuşmuş bir cesaret abidesi komünist olarak, yönünü Munzurlara çevirip, “Bir Dersim Yetmez Hedef Bin Dersim Olmalıdır” şiarının izinde, Karadeniz Bölgesine açılımın tüm hazırlık planlarını pratikleştirmek için, soluk almadan işe çoktan koyulmuştu. Firardan önce Bayrampaşa hapishanesinde adli tutuklular içinde bile geleceği günde ören bir hazırlık çalışması yapmış, Karadeniz’li olanlarla özel ilgilenip onları açılımın keşif, kurye ve milis zorunlu ihtiyaçlarına göre örgütlemeye koyulmuştu.
Bunlardan biri de Tokat/Almus ilçesine bağlı Leveke köyünden Muhammer Aydın’dı. Firar dan sonra Baba Erdoğan Dersim’den Tokat’a geçince ilk açılımın gözü kulağı Muammer olmuş, bölgenin tanıtılmasından araziye, köylere, köylerde ki ilişki kurulması muhtemel kişilere kadar, tüm ön bilgi ve kuryeliği Muammer üstlenmişti.
Baba Dersim’den Karadeniz’e geçmiş Muammer her türlü kuryelik, lojistik vb ihtiyaçları karşılamış, İstanbul’dan Tokat’a otobüsle gerillaya katılmak için gelen bizleri, önceden ayarlanan şifreli randevuyla karşılamıştı. Güler yüzlü, sevecen, içten bir karşılamaydı bu. Bizlerin heyecanını, acemi telaşımızı kendine özgü tecrübe ve pratik yaşam deneyimiyle törpüleyen, huzur ve rahatlık veren bir tarzı vardı.
“Akşama çok var, yukarı da döner yiyemezsiniz size önce döner yedireyim, sonra isterseniz bizim hamamlar meşhurdur hamama da götüreyim sizi. kıyağim olsun kivreler” demişti. Biz döneri kabul edip, hamamı kibarca geri çevirdik.
Günler uzundu. Akşam olup biran önce gerilla alanına yetişmeye çalışan delikanlı coşkumuzun önünde saniyelerin engel olduğu sabırsızlık zamanlarında, çay bahceleri ile restorantlar arasında gidip gelerek akşamın gelmesini bekliyorduk. Bu süre içinde Almus’un gerilla mücadelesi için ne kadar mükemmel olduğunu anlatıp, Baba Erdoğan olduğunu ölümsüz leştiğin de öğreneceğimiz “Hasan Kivre bayıldı, yerinde duramıyor.Barınağı bile şimdiden doldurdu, her şeyi temin ettim” diyerek, büyük bir sakinlikle örtülü, illegalitenin verdiği dikkatle kontrol altına aldığı coşkusunu hissettiriyordu. Adeta maç öncesi sporcusunu karşılaşmaya ve finalde başarmaya motife eden, öğretici olgun ve tecrübeli bir yoldaş etkisi yaratiyordu bizde. “Sende bizimle birlikte olacakmısın yukarıda yoldaş?” diye sorduğumuz da, “şimdi değil belki ilerde, ben bu şekilde daha verimli olurum” diye cevap vermişti.
Ve nihayet akşam olunca Muammer bizi münibüse bindirip, Tokat merkezden Almus’a, oradan da, önceden ayarladığı iki taksi ile kendi köyü olan Leveke’ye getirmişti. Köyün üstünde bir tepede, Baba Erdoğan yoldaşla planladığı şekilde buluşmamızı sağladı. O gece kendiside bizlerle gelerek, yol boyunca bizi Baba ile konuşup acemiliğimiz üzerinden şehirde geçen gün içinde ki hallerimizi anlatıp gülüyordu.
Muammer en son geldiğinde Baba ile konuşup çocuklarını ve eşini getirmek üzere randevulaştı. Ancak Baba yoldaşın Gümelönü karakol baskınında erken ölümsüzleşmesinden dolayı, Baba”ya verdiği sözü tutamamış, bir yıl sonra karşılaştığımız Kayseri hapishanesinde bunun hüznünü kendi tarzıyla çok içten ve samimi bir şekilde tekrar tekrar ifade etmişti.
Muammer bir yıl sonra Bayrampaşa hapishanesinden Kayseri ye gelmişti. Sarılıp kucaklaştık, anıları paylaştık, Baba ile birlikte geçirdiğimiz günleri yad ettik. Bizi ilk Almus dağlarında Baba ile buluşturan Muammer, buradan tünel kazıp kaça bilirmiyiz fikrimizin imdadina yetişmişti. 70 metreye uzanıp bizi özgürlüğümüze kavuşturacak olan “Baba Erdoğan Özgürlük Tüneli”nin tüm projesini o çizmişti. Dahası, çizmekle kalmayıp, hapishane de kazılan bir tünelin en önemli olan başlangıç noktasını, betonun nasıl kırilacağını, kapak ve kamufulajın nasıl olacağını, kendisinin elde ettiği bir kilit ve bir mini beton çivisiyle bir fiil kendisi halletmişti.
6 ay süren kazı çalışmalarının tüm mühendislik aklı ondaydı. Bizim ideolojik bağlılığımızın, mahkemeleri faşizmin yargılandığı devrimci kürsülere çevirip, Baba Erdoğan ruhuyla meydan okuyan duruşumuzun, yeniden yönünü gerilla mevzilerine çeviren Kaypakkayacı inadın ona verdiği güvenle, hapishane duvarlarını delen özgürlük eylemi çalışmasının baş mimarı, baş mühendisiydi Muammer. Geride duran, gösterişten uzak, geçimini işportacılık ve inşaat işciligiyle sağlayan bir mütevaziliğin parti emektarliğina tahvil edilmiş haliydi o. özgürlüğe uzanan tünelin başlangıç noktasını, ilk adımlarını ve başarıya ulaşacak güzergahını çizip, çalışma devam ederken birden tahliye olmuştu. Giderken, “tünel başarıya ulaşırsa, bir girişine, birde çıkışına iki pankart bırakıp öyle gidin” demişti. Öyle de yapıldı. “Parti ve devrim ölümsüzleri” ayına denk gelsin diye Ocak ayı için bitirilmesi gereken tünel kazısı, hesapta olmayan engeller yüzünden 17 Şubat 1992 tarihine sarkmış olsa da, girişe üzerinde ilklerin isimleriyle yıldızlar gibi çoğalan ölümsüzlerimiz, ortasında güneş misali önder İbrahim”in yer aldığı bir pankart, onun karşısında da parti, ordu ve gençlik örgütünün isimleriyle kükrediği başka bir pankart bırakıldı. Çıkışa ise, “Komünist Önder Baba Erdoğan Yaşıyor, Savaşıyor” pankartı bırakıldı. Ertesi gün tünelin girişinde poz veren dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay, “bu tünel girişinden bir insanın girmesi mümkün değil, içerden başka bir yardım mı alınmış, onu inceliyoruz” diye açıklama yapmıştı..Adalet Bakanı’nın aklını başından alan mimari zekanın sahibi Muammer’den başkası değildi.
Bizi, bu hoyrat günlerin hayli zamandır uzaklaştırıp unutturduğu o görkemli devrimci günlere götüren işaret fişeği, nedeni üzerine henüz yeterli bilgimiz olmasada ölümünden haberdar olduğumuz Muammer Aydın yoldaş’dan başkası değildir. Ölümü haberiyle de, tıpkı dağların doruklarına çikışımıza, tutsakliktan özgürlüğe uzanan yolda bizlere ilk el veren yoldaş olduğu gibi, unutmaya/ unutturulmaya yüz tutmuş geçmiş devrimci günlerin hatırlatıcı bir “mesihi” de olu verdi adeta..
Devrimci mücadele gecmişimizin en önemli başlangıç zamanlarına yoldaşlığın gosterişsiz ilk elini uzatmış, olan, bu isimsiz devrim kahramanının hamallığını, bugünlerde “köşe” kapmaca oynayan “zeka küpü” yeni anlı ve şanlı(!) “yatırımcıların” karşısına çıkartıp yad etmek, bir vefa borcu olmanın da ötesinde, kaypakkayacılığın akıl ve yüreğimizde şu ve ya bu düzeyde yaşadığına dalalet eden yanımızın günde devam eden inat ve ısrarının bize yüklediği bir meşru doğal görevden başka bir şey değildir.
Muammer Aydın gibi nice isimsiz, gosterişsiz Kaypakkayacı Devrim hamallarının, dişle tırnakla kazıyarak attıkları temeller üzerinde bugün “kat” üstüne “kat” çıkan ünlü ve şöhret sahibi geçici “ev sahibi” zati muhteremlerin, bu talihsiz ölüm üstüne, burda söylenen ve geçmişe dönük hatırlatılan tarihi gerçeklerden öğrenmeleri gereken bir vecizlik söz olduğunu da hatırlatmış olalım.
“Bu dünya Sultan Suleyman’a kalmadı böyle”, size mi kalacak(!?)
Muammer Aydın’ın isimsiz ve gösterişsiz devrimci anısı önünde saygıyla eğiliyor, anısı güne güç olsun diyorum.
Ali YILDIZ