‘’…Sınıf mücadelesinin yakıcı ve dönüştürücü ateşi, nasıl kötü yanları açığa çıkartıp, istemen halinde onlardan kurtulmanı emerek gerçekleştiriyorsa, gençler de kendilerinin tecrübesizliklerini, bütün tarihsel deneyleri ve yaşlıların yaşamlarının işe yarar yanlarını emip kullanılır vaziyete getirerek aşmayı en önemli görevlerinden biri olarak kavramalıdırlar. Çünkü onlardaki yanlışlar dahi sizin doğruyu bulmanızı sağlamada en büyük yardımcınız olacaktır. Bunu gerçekleştirmeden yükselen devrimci hareketle birlikte, subjektif gücün durumunu dikkate almadan devrim bekleyişlerine girmek ve kendini buna adapte etmek, yakın geçmişte olduğu gibi umutsuzlar ve yılgınlar ordusunun yaratılmasına hizmet edecektir. Oysa sizler bu yıkıntılar arasından fışkırmış yeni kardelenler olarak, bağrından çıktığınız zemini incelemekle ve onu bütün yönleriyle irdelemekle mükellefsiniz.’’
CÜNEYT KAHRAMAN
Usumda dağın tanımını yaparken heybetinden sual olmaz, sorgulanmaz gibi bir hisle doluyorum. Onun yüceliği, sertliği, görkemli konumlanışı insan dünyasında tarifi hep eksik kalıyor. El kadar çocuğun anne, baba yanında güven ve iç huzurun dinginliği nasıl kıymetliyse, bir gerilla için de dağların şefkati, yüceliği o kadar kutsaldır. Belki de dağlara dair yakılan bunca türkünün ve şiirin tarifi, izahı, gizemi bitmeyen bir keşfin yolculuğunda, koynunda her canlıya yer sunuşundandır, merhametindendir. Kutsallığı; tüm gövdeni yasladığında yamacına, sana hissettirdiği duygu yoğunluğunun sonsuzluğunda kayboluşundur.
İnsanoğlunun sürekli savunma refleksi olan, savunurken de birşeylere zarar verdiği gerçekliği o an yüzüne çarpıyor. Tam da bu noktada başını koyduğun o kaya parçası seni bütün bu çelişkilerden koparıyor, doğa ve diğer canlılarla uyumun muazzam yasasını tüm berraklığıyla yaşamaya başlıyorsun. Sonsuz ve sınırsız düşlerle dağlardan kopmak değil de onun bir parçası olma umudunu büyütme hissine kapılıyorsun.
Bu diyalektik ilişki denklemini yakalayan her kişi dağın bir parçası oluyor, ondan besleniyor, bir o kadar da görkemli, yalın, katışıksız, sonsuz güven veren yoldaşlaşmaya dönüşüyor. Bundandır ki her bir yoldaşı tanımlarken zorlansak da, bazılarını anlatmak hep yetersizdir, eksiktir. Bu eksikleri hissetiğin anda, yazma eyleminden geri adım atarsın. Sanki eksik, anlatamadığın, yoldaşın kendisiymiş gibi yazının içinde debelenip durursun. Bundan kaynaklı hakkı teslim edilmeyen neden niçinler döngüsü, sürekli kaleminizi uzun uzun kurcalar durur.
SAVAŞ (Cüneyt Kahraman) yoldaş dağlara kardeş olmuş, dağlar da onu bağrına basmış. Her dönem kendi önderini yaratır espirisi doğru noktada duruyor. 12 Eylül darbesiyle bastırılmış, baskılanmış, T. Kuzey Kürdistan devrimci yapıların ve halkların; doksanların başına gelirken kabaran öfkenin, devrimci dinamizmin bir hayli, deyim yerindeyse, şaha kalktığı günler ve yıllardı diyebiliriz.
Bu çığlığın örgütleneni ve örgütleyicilerinden biri de, en ön saflarda duran Savaş yoldaşın kendisiydi. Öyle ki, gerilla alanlarındaki kısa diyebileceğimiz bir dönem içinde, kaç ömre sığdırılacak pratiksel deneyimin seçkin önderlerinden biridir. Yeri gelmişken, ‘’Kadro’’ ve ‘’Önderlik’’ vasıflarını belirleyen onun siyasal ideolojik bilgi, birikim ve donanımı önem arz etmekle beraber, esas olanın, yoldaşlarına ve kitlelerle kurduğu temas, etkilenişim ve kitleler üzerinde yarattığı olumlu etkidir, kitlelerin onu sahiplenişidir.
SAVAŞ yoldaşın kitle çalışmasındaki bu özelliği her zaman kıymetli bir yerde durmakla beraber yeri doldurulamayacak kadar değerlidir. Kitleler üzerinde yarattığı bu etkiden kaynaklı, yoldaşları da ona karşı çok daha özenli, içten ve sıcak davranırlardı. O dönem Savaş yoldaşla faaliyet yürüten her yoldaş, kendisini ayrıcalıklı, özel hissederdi. Bu ayrıcalıklı durum tamamen Savaş yoldaşın hareket tarzıyla ilgiliydi. Gerillanın düşün dünyasını iyi çözümlemiş, başarılı bir komutandı. Yerinde durmayan, her anı örgütleyen, yorulmak bilmeyen pozitif bir enerjiye sahipti. Bu enerjinin gerilla üzerindeki karşılığı; Savaş yoldaşın, bir dağ gibi başını, gövdeni teslim edeceğin koskocaman bir dağ gibi oluşuydu. O, yoldaşlarının dağların susuz kalan kalbiydi.
Döneme özgü öne çıkan bazı meselelerden biri de, kolektifin güç kazandığı gerilla alanlarında yoğun katılımların olduğu, bu durumun kitleler üzerinde yarattığı etkiydi ve bu oldukça kıymetliydi. Tüm dikkatlerin kolektife çekildiği bir durumun varlığı kuşkusuz ki, içte ve dışta çelişkinin iki yanı dediğimiz meseleyi de güncel kılıyordu. Dönemin savaşçı ve kadroları üzerinde oluşan ilgi alaka doğallığında kadrolarda kendisini kanıtlama, en iyisini yapma derdi bir hayli gelişkindi. Bu durum psikolojik olarak bazen olumsuzluğa da düşme, kadrolar üzerinde basınca dönüşme durumunu yaratıyordu.
Birlik olgusu en geri kadroyu nasıl ki olumluluk olarak yansıtıyor, bu denklem de tartıştırmıyorsa, ayrılıklarda en ileri kadroları bile tersten olumsuzlaştırma zemini sunuyor. Burdaki diyalektik öz ise, kişilerin niyetiyle açıklanacak bir durum değildir. Örgüt ve militanı tarafından olumsuzlaşan eylemselliğin içerisine düşmüşsen, kendini haklı çıkarabilme şansın yoktur. Çünkü çelişkilerin yumağına dönüşmüş sorunlu, problemli meselenin içerisinde kendini haklı çıkarma bile haksız yerde durma faaliyetidir. Faaliyet dediğimiz olay ise taraf olma durumudur, taraftan kasıt ayrılıkçı durma pozisyonudur.
O döneme dair söylenecek şey ise ; kariyerist, kibirli, burnundan kıl aldırmayan, mazeret tarlaları eken kadrolarımız da vardı. Bu tarlaları ateşe veren yoldaşlarımız da vardı. Sorunlara toptancı yaklaşıp bir tarihi ters yüz etme şansımız yok. Meselenin tarihi dokusunu doğrusuyla o güne teslim etmenin yolu kolektif aklın süzgecinden geçmesi gerekmektedir. Aklımız, duygularımız, paylaşımlarımız ; dönemin pratiği bu anlamıyla Savaş yoldaşı ayrı bir yere koyar. Tarihimize, geleneğimize çok değerli katkıları olmuş, oportünizme ve liberalizme karşı kızıl bayraktır.
Tarihi sorumluluk ve zorunluluk meselesi Savaş yoldaşın bilincinde somutlaşan, teori ve pratiğin bütünselliğinde vücut bulan eylemsellik manifestosunu geleneğimize hakkıyla teslim eden mihenk taşıdır.
Tarihe tanıklık etme ve o tarihi anlatma ağırlığı oldukça zor. Dönemin ruhsal şekillenişi bu günle açıklanacak, anlatılacak bağın ilişkilenmesi gün açısından karmaşık bir yerde duruyor. Bundan kaynaklı, baltayı rastgele sallama, değdiği yeri hesaplamama rahatlığına gidemiyorsun. Kelimelerin ağırlığı altında kalmamak için seçici davranma hassasiyeti, bir noktada tutuk bırakıyor kalemi.
Savaş yoldaşı anlatmak hüzün, keder, coşku, sevinç… her duruma dair yoğunlaşma halidir. Aklına, diline vuran her bir şeyi yazma kudretini kendinde bulamama zayıflığıdır. Çünkü o dağların özgün halidir, yaslandıkça huzur bulduğun, hüznün deviniminde sınrsız dinlenme sözcüğüdür.
Derlenip bir araya getirilen makaleleri ‘Açıkça Muhalefet’, Onun siyasal idolojik çizgisindeki baş eğmeyen, ödün vermeyen, komünist ilkelerde oportünist, liberal çizgiye karşı açıktan savaşan tutumu, hafızamızı bugün bile diri tutmakta.
‘Kürdistan Mazlumu’ şiiri onu bütün bir dünya halklarına, acı çeken gezegenin yıkımsal durumuna, Asya’dan Latin-Amerika’ya, Afrika’dan Kürdistan’a cezaevlerinde hücre hücre eriyen Komünist Devrimci tutsaklara dair bilinci sürekli diri, yüreğinin sıcaklığını her sohbetinde karşısındakine sunan, ırmaklar gibi coşan yoldaşlaşma meselesini ilmek ilmek ören, bir duvar gibi dimdik ayakta koca koca bentler yaratan dağ yürekli yoldaşı anlatan şiirdi.
Siyasal ideolojik meselelerde, dönemin pratik sorunlarında anlık tavırlar geliştiren, politik sorunlarda çözüm merkezli siyaset üretme ve denge kurma konusunda pratik zekaya sahipti. Kürt ulusal hareketinin o dönem takındığı politik tutum ve pratik hattaki problemli yaklaşımı ağır tahribatlara neden olmuş, geriye dönüş noktasında sonu kestirilemeyen sonuçlar çıkarabilirdi. Halktan vergi alma, gerillaya zorla insan katma, buna uymayana değişik biçimlerde cezalar kesme… Devrimcileri katletme, tutuklama, provakatif faaliyetler yürütmek ve halk kitlelerine yönelik öldürme, şiddet, kolektifinde önde gelen çoğu kadrosuna ölüm kararı çıkarılmıştı. Bu kadroların içinde, Savaş yoldaş da listede bulunanlardandı. Tüm bu olumsuz gelişmeler Yurtsever Hareketi farklı tartışmaya götürme eğilim ve pratiğini güçlendiriyordu. O dönem bu mesele üç başlık üzerinden tartışılıyordu. 1) Dışımızda ve içimizde cılız sesle de olsa YSH’nin karşı-devrim cephesinde yer almakta olduğu fikri. 2) İçimizdeki bazı yoldaşların uygulanan şiddet yöntemine, karşı-şiddet uygulama eğilimleri. 3) Bölge halkının kolektifin üzerinde yoğun baskı oluşturması (YSH’nin bizim desteğimizle bölgeye getirilmesi ve destek verişimiz vb.).
Çelişkilerin keskin ve çatışmalı hali her anı gergin kılıyordu. Kolektifin merkezi tavrı önemliydi, dönemin kadrolarına yoğun iş düşüyordu. Ateş topuna dönüşen problemleri çözme yeteneği ve bilinci orta yerde duruyordu. Savaş yoldaş, kusursuz diyebileceğimiz bir ustalıkla tartışmaların ortasında kolektif, YSH ve bölge halkıyla çözüm merkezli tartışmalar yürüterek sonuç alıcı pratikler geliştiriyordu. Tüm bu tartışmalar ve yürütülen pratikler sonucu daha fazla olumsuzluk yaşanmamış, ciddi kazanımlar elde edilmiştir. Sonrasında Savaş yoldaşın emeği, çabası YSH tarafından görülmüş ve değeri, hakkı teslim edilmiştir.
Savaş yoldaş geleneğimizin, kolektif aklın ve iradenin önemine dair yazımsal çokça tartışmarıyla birlikte, günlük zaman dilimi içerisinde de sorunun önemine dikkat cekiyor, Devrim ve karşı-devrim meselesinde siyasal ideolojik tartışmaların yakıcılığını dile getirirken ¨BEN¨olgusunun örgüt içindeki kültürel, sosyal dokusuna karşı acımasız sert eleştiriler yöneltiyor, sonuçsal nedenleriyle birlikte geneli katacak niteliksel ortamın sürekliliğine dikkat çekiyordu. Tüm bunları yaparken onda somurtkan bir yüz ifadesini bulamazdınız, ağız dolusu kahkaha ve espirileriyle gerillanın neşe kaynağıydı, coşkun pınarların kaynağı, herkesi doyuracak enerjisi, umutsuzluğun ve karamsarlığın baş düşmanıydı.
Aramızdan ayrılışının 22. Yılını geride bırakırken, bizlere öğrettikleriyle bugün dahil sesimizde, dilimizde bir titreklik hali belirgin. Seni tanımanın, omuz omuza savaşmanın onuru ve (seni) kaybetmenin yıkıcı hüznünü, derdi ve kederini, bugünden yarına geleceği kurmanın inancıyla bizlere bıraktığın, bıraktığınız mirasın bilincini tüm hücrelerimizde yaşıyoruz. Son nefesimizi verene kadar cesaretinizi, cüretkârlığınızı anlatmayı sürdüreceğiz. Kavga siperlerinde dövüşmenin sözünü yineliyor, saygıyla, özlemle selamlıyoruz.
Uğur Munzur