GEMİ

1653

İnsan özel mülkiyeti keşfettiğinden bu yana, başı beladan kurtulmadı. Özel mülkiyet yaşamı böldü, parçaladı, lime lime etti. Bununla da kalmadı, bölüp parçaladığı her şeyi kendi dünyasından kopartarak, oradaki yaşama olan yabancılaşmayı daha da derinleştirdi. Yabancılaştırdığı yere, özgürlüğe düşman ve özgür yaşamın geleceğini prangalayan bir düşünce sistematiğini üreterek özenle yerleştirdi. Toplum ve toplum içerisindeki her bir bireyin katkılarıyla aile, kültür, gelenek, din, toplumsal ahlak, cinsiyetçilik, türcülük vb. gibi şiddettin her bir parçasını oluşturan norm ve yapılar iç içe geçerek zaman içerisinde bir piramit gibi yükseldi. Piramit toplumun kendi eseri olarak yaşamda kök saldı. Piramit, dallanıp budaklanarak basitten karmaşığa doğru ilerlerken diğer yandan ise birbirine düğümlenip yol aldı.

Bu eser, yaşama can veren aydınlığa düşman; yaşamın çeşitliliğini görünmez kılan karanlıkla ise dosttur. Onun yapısı hep zifiri ve sinsi olarak kaldı. Tarih boyunca bütün kirli pis işler bu zifirinin örtüsü altında planlandı. Toplum, onu geçmişten günümüze zamanın ruhuna uygun yeni biçimlere büründürerek, tarih boyunca yeniden güncelleyip yaşamasını sağlarken, elleri ile de sürekli besledi ve büyüttü. Böylece sınıflı toplumlar dünyasının kapıları yaşama açıldığından bu yana doğa ile vedalaşan aydınlık son parıltılarını da tüketti ve gitti. Yaşamın sofrasına çöken aç gece, böbürlenerek insanın yüreğindeki korku zindanına ulaştı. Kuşkular cehenneminde kendi yarattığının esiri olarak, sefaletle cebelleşmeye başlayıp yaşama tutunma çabası sarf eden halk ise kendi ürettiği piramidin gerici birikimine yaslanıp, uzun zamandan beridir özenle inşa ettiği bir gemi ile tarih boyunca insandan ve doğadan akıttığı kan denizinde ilerlemeye çalıştı. Kanlı denizde ilerlemeye çalışan bu gemi, karanlıktan bir türlü çıkamadı. Gemi önünü göremiyor sürekli fırtınalarla cebelleşiyordu. Batmak üzere olan gemiyi her defasında küreklere asılarak canla, başla çalışan halk kurtarıyordu. Ve böylece halk geminin kan denizinin üstünde kalmasını sağlıyordu. Toplumun kendisinin ürettiği ve her tarafa savurduğu acıların yarattığı ıstırap her gün daha da köleleştiriyordu zihinleri ve acımasızca sıkıyordu bileklerdeki o zinciri. Toplumların dünyasında, bir yanda dizginlenemez bir vahşetin sesi yankılanırken diğer yanda ise, bu vahşetin sesini perdeleyen rüzgârı estiriyordu. Ders almayan insan, gemiyi bu rüzgarla ilerletmekte ısrar ediyordu. Gemi içinde tam bir kaos hali hakimdi. Pusular, boğazlamalar, tecavüzler, işgal ve sayısız katliamlar ile akıtılan kan, denizdeki dalgalara yeni halkalar ekliyordu.

Öyle ki halkın içine biraz mutluluk dolsa, zaman hemen büyük ve hızlı adımlarla koşmaya başlıyor. Acı, açlık ve mutsuzluk anlarında ise emekleme halini alarak yaşamı bir ıstıraba, işkenceye dönüştürüyordu. Bütün bunların sonucunda geminin dümenini elinde bulunduran sınıfın iradesi altındaki halkın payına koca bir yalnızlık düşerken, halkın yarattığı, iradesini teslim ettiği, dümene oturttuğu, ona güzel koltuklar aldığı, yemeyip yedirdiği, soytarı, zorba bu sınıfa ise zevki sefa içinde bir özgürlük düşüyordu. Halkın tanıdığı bu ayrıcalıklı güç ile iktidardaki sınıf, iradesini toplumların zihninde güçlendiriyor ve halkın da bizzat özne olarak aldığı aktif rol ile kendisini güncelleyip daha da derinleştiriyordu. Derinleşen bu irade sonucunda karanlık ile halkın yüreğine kök salmış olan korku, göğsü sıkıştıran bir kriz halini alarak yaşamın her anını ölüm ile tehdit ediyor, tarihsel seyir içindeki zamana uygun köleliğin yeni kılıflarını insana giydirerek onu insanın kendi zihni içinde inşa ettiği zindanda tutsak olarak tutmayı başarabiliyordu. Geminin içinde bu tutsaklığı parçalamak isteyen gelişmelerde yaşanmıyor değildi. Bu karşı çıkışın temeli; bilgi, bilim, felsefe, edebiyat, sanat, matematik, biyoloji, kimya, fizik, astronomi, tıp, coğrafya ve farklı kültürlerin kaynaşması vb. gibi alanlardaki elde edilen derin birikimlerin müthiş gelişmelere kapı aralamasından geçiyordu. Bu gelişmeler sonucunda gemi içindeki halk ikiye bölünmüştü. Bir taraf geminin tanrılar tarafından insana bağış edildiğini, doğa ve her şeyin insan için yaratıldığını, dümenindekilerin tanrıların gemideki temsilcileri olduğunu ve karanlığın kutsallığına inanarak kan denizinde kalmaya devam edilmesi gerektiğini savunup, karşı tarafı ezmeye çalışarak mücadele verdi. Diğer taraf ise gemiyi asırlar önce insanın kendi elleri ile doğadan edindiği malzemelerden özenle inşa ettiğini, inşa sürecinde insan ve doğadan akan kanın bu kan denizini oluşturduğunu, dümendekilerinin de yine kendilerinden olduğunu, oraya kendilerinin gönderdiklerini belirtip, bunun yanlış olduğunu, dümeni tasfiye ederek, iktidarı, yönetimi dümendeki ayrıcalıklı sınıftan alıp gemi içindeki halka adaletli bir şekilde yayıp halkın bu iradesi ile birlikte geminin kan denizinden çıkartılıp, sınırsız yaşam çeşitliliğini içerisinde barındıran okyanuslara doğru aydınlıkta yol alınmasını savunarak, karşı taraf ile çetin bir mücadeleye girmekten o da çekinmedi.

Bu mücadele sonucunda asırların getirdiği birikim, tecrübe, güç, alışkanlık ve sayısız avantaj ile karanlık taraf üstün görünüyordu. Lakin henüz yeni filizlenerek hızla güçlenen ve düşlerinde okyanusun sınırsız yaşam hayalini barındıran bu aydınlık gelecek karşısında, karanlık taraf tir tir titriyordu. Nitekim ilerleyen zamanlarda geminin içinde insanlığı okyanuslara doğru ilerleten devrimler de yaşandı. Fakat devrimler uzun sürmedi/sürdürülemedi öyle ki bu devrimler yıkıcı, yağmacı, sömürüye dayanan düşün dünyasından kendini arındıramadı. Yani devrim, geminin içindeki yaşam ve eski dümen yönetiminden devralınan çözülmemiş/çözülememiş problem ve anlayışların işgali altındaydı. Devrimler eğer kendisini bu işgal ve saldırıdan kurtaracak olan dinamik döngüyü yaratamaz ise zamanla değiştiremediğine dönüşerek kendisi de o işgal ve saldırının bir parçasına dönüşebileceği gerçekliğini kavrayamadı. Kavrayamadığı içinde büyük bedeller ödeyerek inşa ettiği değerlerini, eski dümen temsilcilerine pazarlamaktan geri durmadı. Fakat iktidarı tek bir merkezde değil de gemi içindeki halka sistemli bir şekilde olabildiğince yayan, en baştan itibaren kendi içinde filizlenen eski dümen bürokrasisi ve ayrıcalıklarına karşı kararlı bilinçli bir şekilde savaş açan, değişimlerin önünü kesmeyen, okyanusa doğru olan o şanlı yürüyüşü zulüm girdabına dönüştürmeyen ve sürekli kültür devrimlerine yaslanarak, beyninin derinliklerinde gezinen karanlığa dayalı dümenin temellerini yıkabilen devrimlerin güneşli günlere kapı aralayacağı bir gerçek. Böylece bu devrimler, kendi rahminde ilerici değişimlere açık, peşi sıra gelecek olan aydınlık yaşamlar barındıracaktır. Öyle ki kan denizinden çıkıp okyanusa varıldığında ise geldiği gemiyi parçalamasını bilecek ve ancak o zaman okyanusun devasa yaşamına karışacaktır.

Günümüzde, insanın kendi korkularına yaslanarak yarattığı yüzlerce tanrının gözetiminde, zulmü ve acıyı kendine evlat edinen özel mülkiyete dayalı sınıflı toplum dünyasındaki yaşam ölü bir tabiatın elçisi gibi geleceğe yüreği katılaşmış tohumlar ekmekte. Buna karşı kızıl kızgın yangılar ise zulmün bağrında derin gedikler açarak büyük kargaşa ve yıkımları körükleyecek birikimler edinmekte. Devrimin yaşama en büyük hediyesi bu yıkıcı kargaşa dinamiğidir. Kendisi de dahil eskiyen her şeyi yıkabilme cesaretine sahip olan bu devrimlerin yaşamda ilerlemeler sağlayacağı bir gerçek. Eskiyi yıkıp yeniyi/ileri olanı inşa ederek, toprağı derinden titreten, katılaşan duyguları olabildiğince esneten ve insanın insana, insanın doğaya karşı olan içindeki vahşetini susturup lekesiz bir çiçek gibi yaşamı yeşertmemesi için hiçbir neden yok. Gemiyi yani devleti inşa ederek sistemin acı ve hüzün deryasında gezinen halk ya bu ilerici devrimlere cesaret ile kucak açıp her türlü sömürü, acı ve zulme BAŞKALDIRIP özgürlüğün şafağında gülümseyerek kendisini bir özne olarak doğa ile birlikte tekrardan var etmesini bilecek ya da köleliğin “kaderi” olan zincirlerin şakırtısı altındaki zulmü damarlarında dolaşan kanın sıcaklığındaki utançta bir ömür boyu hissedecek. O gemiyi/devleti inşa ettiği gibi onu yıkıp yerine yeni yaşamı inşa edecek olanda yine halktır. Ve o zaman geldiğinde okyanuslar ve içindeki yüz binlerce çeşit yaşam güneşin parıltısı altında halkı bekliyor olacaktır. Yeter ki gemiyi yani devleti bütün türevleri ile ortadan kaldırmasını bilelim.

Öyleyse komünal bir dünya için İLERİ diyelim.

BORAN KIZILDAĞ

Önceki İçerik50 Yıllık Tarihsel Birikimin Ayak İzlerine Basarak Yarınlara Yürüyoruz! 
Sonraki İçerikDAĞ YÜREKLİ YOLDAŞA!