Maraş’tan Hapishanelere ve Roboski’ye Faşist Katliamların Hesabını Devrimci İktidar Mücadelesini Yükselterek Soralım!

Faşist Türk hakim sınıflar sisteminin yönetme politikalarından biri olan ve tarihi oldukça eskilere dayanan fiziksel olarak imha etme yöntemi, sayısız örneğiyle tarih sayfalarına ve toplumsal belleğe işlenmiş durumdadır. Bu yöntem dünde kalmamış, günümüzde de çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır. Gerek kitlesel düzeyde gerekse de tek tek bireyleri hedef alarak bu kirli politika hayat bulmaktadır. Toplumsal hayatın sadece son yüzyılına bakıldığında bile haftalardan aylardan ziyade, her gün bir katliam yaşandığına tanıklık etmekteyiz.

Gerici sömürücü düzenlerin ortak pratiklerinden biri olan katliam uygulamalarına, ülkemiz hakim sınıfları da çok sık biçimde başvurmuşlardır. Ermeni soykırımından Kürt katliamlarına, Alevi kırımlarından gayri-müslim katliamlarına, işçi köylü ve emekçi katliamlarından devrimci ve komünistleri hedef alan katliamlara uzanan geniş çaplı bir yok etme suçuyla kabarık bir sicile sahiptirler. Aralık ayı içinde 3 büyük katliam aklımıza ilk gelenler arasındadır: 19-26 Aralık 1978 Maraş, 19-22 Aralık 2000 hapishaneler ve 28 Aralık 2011 Roboski katliamları. Tarihler ve mekanlar değişiklik göstersede, uygulayıcıları değişsede, asıl fail değişmemektedir: Sömürü ve talan düzeninin efendileri ve onların çıkar bekçiliğini yapan TC devleti. Bu kokuşmuş düzenin sahipleri 19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta hedef aldıkları Alevi ve devrimci demokrat halkın ev ve işyerlerini önceden işaretlemiş, ana karnındaki ceninleri, çocuk genç ve yaşlıları, kadın ve erkekleri katliam tezgahından geçirmişlerdir. Gözleri oyulan çocuklar, tecavüze uğrayan kadınlar… ve daha nice alçaklık. Dönemin başbakanı olan Bülent Ecevit’in arşivinden çıkan rapor, bu katliamın organizesinin MİT ve MHP ortaklığında yapıldığını ortaya koymaktadır. Bugün ise Aleviler sistem içine çekilerek, devletin Alevisi olmaya zorlanmaktadır. Cemevlerini açarak, yeni Cemevlerinin temelini atarak, buraların genel giderlerini karşılayarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bünyesinde kurmak istedikleri Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı vasıtasıyla denetleyerek, Aleviliği devletin bakış açısıyla yönetilebilir bir kerteye taşıma çabası bariz bir şekilde sırıtmaktadır.

19-22 Aralık 2000 tarihinde ise 20 hapishaneye eş zamanlı olarak düzenlenen ve adına “hayata dönüş” denilen askeri operasyon sonucu 30 devrimci tutsak ve operasyonlara katılan 2 asker devlet tarafından katledilmiştir. Yaşamını yitiren 2 askerin, devrimci tutsakların açtığı ateş sonucu öldüğünü iddia eden devlet yetkililerinin yalanını, devletin başka bir kurumu olan Adli Tıp Kurumu çürütmüştür. 10.000 asker ve polis, uzun namlulu silahlar, binlerce gaz, iş makinaları bu operasyonda kullanılarak, devrimci tutsakların direnişi kırılmak istenmiştir. Maraş katliamı döneminde olduğu gibi başbakan yine Bülent Ecevit’ti. IMF ile yapılan anlaşmadan bir kaç hafta sonra “Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız” açıklamasını yaparak, yaşanan krizin faturasının işçi ve emekçilere kesileceğini işaret etmişti. Bu açıdan sınıfsal kurtuluş mücadelesine ayarlı devrimci ve komünistlerin, ilk etapta özellikle hapishanelerde geriletilmesi hakim sınıflar için gerekliydi. Hapishanelerde devletin otoritesinin oldukça minimum düzeye indirildiği, birçok öncü-önder kadronun bulunduğu ve manevi etkisi büyük olan bu alanın zaptı devletin işini oldukça kolaylaştıracaktı. Devlet bu katliamı televizyonlardan izleterek, tüm halka mesajını iletiyordu. Tüm dezavantajlı duruma rağmen devrimci ve komünist tutsaklar teslimiyeti değil, ölüm pahasına direnişi seçtiler. 19-22 Aralık Devrimci Kahramanlık Haftası’nı kanlarıyla, canlarıyla hep birlikte yarattılar. F-tipi saldırısı püskürtülememiş, 1996 zaferinin kazanımları kaybedilmiş olsa da, devrimci iradenin teslim alınamayacağına dair tarihe şanlı bir not kazıdılar. Süreç sonunda 122 insanımızı kaybettik, yüzlercesi ise sakat kaldı.
Faşist diktatörlüğün hapishanelerdeki baskı ve zor uygulamaları bugünde hız kesmeden devam ediyor. Hasta tutsakların bırakılmaması, iletişim ve görüş yasakları, infaz yakma, işkence, şüpheli ölümler, tutsak yakınlarına fiziki ve psikolojik işkencelerin uygunlanması hapishanelerdeki sıradan işleyiş halini almıştır.

28 Aralık 2011’de aynı kanlı eller bu sefer Roboski’de 34 Kürt yoksul köylüsünü bombalarla paramparça ederek tarihsel suçlarına bir yenisini eklemişlerdir. Kaçakçılık yaparak yaşamlarını idame ettiren 34 kişi içinde çoğu çocuktu ve 28’i Encü ailesine mensuptu. Bu katliamdan dolayı kimse ceza almadı. Bugünde Kürt gerilla güçlerine dönük kimyasal silahlar kullanılmakta, sınır içi ve ötesi operasyonlarla Kürdistan’a dönük saldırılar ara verilmeden devam etmektedir. Kürt ulusunun silahlı direniş damarlarını kurutmaya çalışan şovenist gericilik, beri taraftan kardeşlik mesajları vermektende geri durmayarak havuç-sopa siyaseti gütmektedir.

Bu düzen, sadece ötekileştirdiği, inkar edip görmezden geldiği kesimleri değil, sömürü ve yağma düzenlerinin sonucunda işsizlikten ve yoksulluktan kaynaklı evine ekmek götüremeyen, çocuklarının istedikleri eşyaları alamayan nice insanımızın kendini yakarak ya da asarak intihar etmesi örneğinde olduğu gibi geniş bir kesimin katliam fermanını vermektedir. Bu ekonomik katliam en az etnik, sınıfsal, dinsel ve mezhepsel ayrılıkların kullanılarak gerçekleştirildiği diğer katliamlar gibi yıkıcıdır. Kadın ve çocuklarda bu katliam politikasından payına düşeni almaktadırlar. Kadın ve çocuk cinayetleri, taciz ve tecavüzleri sistem sahiplerinin bizleri nasıl bir çukura ittiğini göstermektedir.

Bugün hakim sınıflar arası iktidar dalaşına yelken açarak, devrimci rotamızı şaşırmayalım. Devrimciler sistem krizine pansuman yapmazlar. O krizi derinleştirip fırsatları devrimci tarzda değerlendirirler. AKP ve MHP faşist bloğuna karşı, faşist Altılı Masa’ya akıl verenler, beklenti devşirenler ilk başta o masanın altında kalacaklarını unutmasınlar. Yol bellidir, yöntem bellidir. Tek Yol Devrim.

Tarihten günümüze kadar gelen ve hala bir tehdit olarak yaşamlarımızı kuşatan bu tehlikelere karşı çaresiz değiliz. Birleşik, örgütlü mücadele ile bu kuşatılmışlığı püskürtebiliriz. Bu katliamlar, ezilen ve sömürülen milyonların, milyarların bir araya gelip sınıf düşmanlarına karşı ortak mücadeleyi güçlendirmesinin önüne set vurmak içindir. Bu ablukayı dağıtıp, insanca yaşayabileceğimiz bir dünyayı kurmak bizim ellerimizde. Çağrımız cellatların düzenlerini alaşağı edip aydınlık günleri yaratma iradesidir. Cellatların kirli ellerinde can veren her bir insanımızı saygıyla yad ediyoruz. Unutmak, unutturmak ihanettir.

19.12.2022

Öncü Partizan

Önceki İçerikFaşist Saldırganlığı Devrimci Mücadeleyi Büyüterek Püskürtelim!
Sonraki İçerikJose Maria Sison (Ka Joma) İşçi Sınıfı ve Dünya Halklarının Devrim ve Komünizm Mücadelesinde Yaşamaya Devam Edecek !