BARIŞ AMBALAJIYLA SUNULAN TESLİMİYET ZİNCİRİDİR!

Ekim 2024’den bugüne siyasal sürecin merkezine, T.C. Devleti ile PKK arasında yarım asra yaklaşan savaşın bitirilmesine dönük “adı konulamayan” görüşmeler silsilesi oturdu. Devlet Bahçeli’nin MHP grubunda yaptığı konuşma ile ülke gündeminde dolaşıma sokulan süreç, elbette ki daha önceden devlet yetkilileri ile Öcalan arasında varılan mutabakatın sonucuydu. İlk etapta Kürt ulusal hareketinin bir parçasını temsil eden DEM Parti’nin yetkili ağızlarından, kontrollü açıklamalarla yeni bir barış sürecinin destekçisi olacaklarına dair cümleler döküldü. Akabinde oluşturulan heyetler İmralı ve burjuva düzen partilerine ziyaretlerde bulunarak, görüşmeler gerçekleştirdi. Günün sonunda 27 Şubat 2025 tarihinde Öcalan’ın kaleme aldığı metin, Taksim’deki bir otelde canlı yayın eşliğinde okunarak Türkiye/Kuzey Kürdistan ve dünya kamuoyuyla paylaşıldı. Özellikle Kürt yurtsever çevrede büyük bir hayal kırıklığı ve kafa karışıklığı yaratan sürecin öne çıkan tuhaflıklarını tespit etmeye çalışalım.

1-) Faşist Devlet Bahçeli’nin Sürecin Başlamasına Dönük Konuşması ve Umut Hakkı’ndan Bahsetmesi!

Her fırsatta DEM Parti’ye ağır hakaretlerde bulunan ve DEM Parti’nin kapatılmasını her fırsatta dile getiren azılı faşist, halk düşmanlığı sicili en kabarık olan düzen partisi MHP’nin lideri olan Devlet Bahçeli, “bu da nerden çıktı” dedirten bir şekilde huzur ve barıştan bahsetmiş, defalarca meydanlarda yağlı urgan gösterip idam edilsin dediği Öcalan için, gerekeni yaparsa “umut hakkı”ndan faydalansın demiştir. Eski Ülkü Ocakları başkanı Sinan Ateş’in, herkesin gözleri önünde öldürüldüğü süreci yargı üzerinden çözen bir faşist kurumsal yapının ve onun liderinin, huzur ve barışa işaret eden yaklaşımlarını elbette ciddiye almayarak kuşkulanmak haklı reflekslerdir. Tescilli bir hırsızın alınteri üzerine atacağı nutuk ne kadar kıymetli ve ikna ediciyse, MHP ve liderinden Kürt meselesine dair çözüm beklemekte aynı ölçüdedir. Eğer bir rızalık üretilmek istenseydi, ünlü hikayede anlatıldığı gibi “taşı en günahsız olan atardı”.

2-) İkna ve Bilgi Turuna Neden İmralı Heyeti Çıktı!

Madem savaşan iki taraf çözüm için bir süreç başlatıyorsa ve görüntüde de olsa sürecin işaret fişeğini faşist hakim sınıfların siyasal sözcülüğünü yapan mevcut iktidarın küçük ortağı olan MHP atıyorsa, düzenin burjuva muhalefet temsilcilerini, İmralı heyeti değilde AKP ve MHP heyeti ziyaret etmeliydi. Bu savaşın bir tarafı iktidar ve muhalefetiyle Türk hakim sınıflar sisteminin tüm bileşenleri ise diğer tarafı Kürt ulusu ve onun siyasal örgütlü yapılarıdır. İmralı heyetinin Öcalan ile yaptığı görüşmelerin sonucunun Kandil, Rojava ve diğer Kürt dinamiklerine ve de devrimci demokratik çevrelere götürmesi normal olandır. Türk üstünlükçülüğünü savunan ve düzenin aparatları olan ve bu savaşta Kürt ulusunun karşısında konumlanan siyasal kesimlerin muhatabı kendi faşist devletleridir. Eğer süreç kapsamında ikna edilmesi gerekenler varsa bu görev, Kürt ulusal hareketinin değil, bu çevrelerin tapındıkları devlettedir.

3-) İlk Barış Sürecinin Neden Sonlandırıldığına Dair Tek Bir Değerlendirme Görmüyoruz!

Tekrardan başlayan bir sürecin ilk ödevi, başarılamayan önceki dönemin esaslı bir değerlendirmesidir. 2013 yılında başlayıp 2015 yılında bitirilen süreç hakkında elle tutulur, gözle görülür tek bir değerlendirmenin yokluğu iki tarafında ciddiyetsizliğini ve yeni sürecin öncekinde yaratılan siyasi ve toplumsal havanın gerisinde kaldığına delildir. İlkinin gerisinde kalan yeni bir süreçten, beklentisi olanlar neden umutlu olsunlar ki!(?)

4-) Faşist Devlet Terörünün Zirve Dönemlerinde Barış Şakşakçılığı!

Kurucu iradesi faşizme yaslanan bir devlet otoritesi altında, baskı ve zorun göreceli olarak irtifa kaybettiği dönemlerde, silahlı mücadelenin ve illegal örgütlenmenin gerekli olup olmadığını tartışan reformist ve revizyonist çevreler konusunda bolluğa sahip olageldik. Bu çevrelerin en gür şekilde seslerinin çıktığı dönem, 2013-2015 arası ilk barış süreci olarak tanımlanan kesittir. AKP askeri vesayeti kırmış, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde level atlamış, faşist devlet odaklarına geri adım attırmış, tartışılması dahi tabu olan konular artık medyada ve meclis kürsüsünde dile getiriliyor duruma gelmiş, burjuva demokrasisi sağlam adımlarla yerini sağlamlaştırıyor vb. vs türündeki teranelerin gırla gittiği bu ilgili dönemde “silahlar sussun, analar ağlamasın” meşhur sloganıyla “barış geliyor” yanılsamasına düşmek anlaşılırdır. Neden anlaşılmasın ki, “Dağdan inip sınırdan ülkeye giren PKK gerillaları” kurulan seyyar mahkemeyle gözaltına bile alınmadan serbest bırakılmışlardı. O dönemde, sokak eylemlerinde polise taş atan çocuklar örgüt üyesi olarak tutuklanıyorlardı belki ama devasa bir yanılsamaya olanak verecek güçlü görüntüler arasında kayboluyordu.

Peki mevcutta yaşananlar nelerdir? Seçilen belediye başkanları kayyımlarla görevlerinden alınıyor. Kürt medyasında çalışan gazeteciler tutuklanıyor, katlediliyor. Bir dönemin sembol ismi olan Selahattin Demirtaş esir olarak tutuluyor. Rojava’ya dönük tehditlere ara verme gereği bile duyulmuyor. Liste uzayıp gidiyor böyle. Düzen, kendi “muhalif” aktörü CHP’den bile dokunulmazlık zırhını çekip almışken, mevcut halde düzen dışında duran Kürt Ulusal Hareketini (en azından bir bölümünü) “barışa” ikna eden şey nedir?

5-) Sürecin Şeffaflığı ve Meclis’in İnisiyatif Alması

DEM Parti yetkilileri ve İmralı Heyeti, ilk sürecin tecrübesinden doğru, yeni sürecin şeffaf olması ve TBMM’nin aktif olarak bu meseleyi ele alıp tartışması gerektiğini dile getirdiler. Tartışılan konular, tarafların yaklaşımları ve varılan mutabakat kamuoyuna yansıtılmalıydı. Bu elbette doğruydu. Bir ülkedeki tüm insanların hayatını etkileyen toplumsal, siyasal ve ekonomik etkileri bariz olan bir konunun şeffaf bir şekilde toplumla paylaşılması gerektiği açıktır. Bırakalım şeffaflığı ve konunun TBMM’de tartışılmasını, DEM Parti’nin milletvekillerinden belediye başkanlarına kadar kimse ne konuşulduğu, süreç içinde nelerin yaşandığı bilgisine sahip olmadıklarını dile getirdiler. Yapılan röportajlarda bunları açıktan söylediler. Sürecin şeffaf olması gerektiğini söyleyenler, süreci açıkça “devlet sırrı” gibi korudular.

6-) Kayyım Tezgahından Geçirilen Ahmet Türk’ün Umut Tacirliği!

Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasından sonra yerine kayyım atanan Ahmet Türk’ün, sonrasında İmralı heyetine dahil olup barış müjdecisi olmasının derin bir anlamı bulunmaktadır. Genel olarak Kürt ulusuna özel olarakta Ahmet Türk’e karşı geliştirilen bu siyasal tecavüze rağmen, olağan bir süreç varmış gibi davranmak çürümüş burjuva siyasetin ve çıkar ilişkilerinin açıktan deşifre olması anlamını taşır. Tecavüze uğrayanın, kendi failine methiyeler dizerek ondan barış dilenmesi, ezilen ulusun ulusal gururunu iğdiş etmenin, değersizleştirmenin ön eşiğidir. Bu rolü bile isteye oynayan Ahmet Türk, Kürt burjuvazisinin sınıfsal niteliklerine uygun hareket etmektedir. Kürt işçi sınıfı ve emekçi sınıfları, kendi burjuvazisinin etkisi altında bir müddet daha kalacaktır. Lakin ileride yaşanacak temel sınıfsal bilinç ayrışmasının kırılan fay hatlarının uzanacağı temel referanslardan biri de bu dönem içinde vuku bulan ideolojik ve siyasi yansımalar olacaktır.

Öcalan Tabusu ve Ulusal Kurtuluşçuluğun Reddi!

İlgili sürecin tarih olarak ne zaman başladığını eldeki veriler üzerinden bilmek şimdilik mümkün değil. Lakin Devlet Bahçeli’nin konuşmasından çok önce devletin karar alıcı ve oluşturucu aktörleriyle Öcalan arasında başladığı ve sonuçlandırıldığı görülüyor. Özellikle gazeteci Amberin Zaman’ın, Öcalan’ın Kandil’deki PKK yöneticileri ile telefon görüşmesi yaptığı ve görüşmenin bir yerinde Kandil’dekilerin kendi durumlarının ne olacağını sorması üzerine Öcalan’ın sinirlenip telefonu kapattığı bilgisini içeren haberi önemli bir veridir. Gerek devlet gerekse de PKK tarafından bu haberle ilgili bir yalanlama gelmemiştir. Bu bilgi ışığında mesele ele alındığında, son 5 ay içinde yapılan ziyaretler, konuşmalar verilen görüntüler aslında koca bir aldatmacayı deşifre etmektedir. Ve burada en fazla aldatılan Kürt ulusudur. Sürece ayak direyecek olası dinamikler, yaratılmaya çalışılan havayla etkisiz kılınmak istenmiştir.

Devlet göstermelik dahi olsa bir adım atmadan, Öcalan üzerinden PKK’ye nişan almıştır. Ortada devlet görünmüyor. Devletle, Kürt ulusal hakları konusunda pazarlığı, faşist politikaları püskürtmeyi koşullayan tek bir girişim söz konusu değildir. Öcalan’ın gönderdiği metin esas olarak devletten ziyade PKK eleştirisidir. Ulusal kurtuluşçuluğun bir kez daha reddidir. Bildiriyle, PKK’ye silah bırak, kendini lağvet diyip sözlü mesajla devletten ricacı olmak yaratılan Öcalan tabusunun doğal sonucudur. PKK içinden herhangi biri, bildiride ifade edildiği gibi “devlet ve toplumla bütünleşmeliyiz” deseydi en hafifinden hain olarak damgalanırdı. Bağımsızlığı değilde özerkliği savunanların bile hain görüldüğü bir zamanlar vardı. Oradan sömürgeci devletle bütünleşme anlayışına kadar savrulmak gelinen aşamada ideolojik kırılmanın, teslimiyetin kalibresini daha bariz göstermektedir.

Bu durum elbette yeni değildir. Devrimci ulusal kurtuluşçuluk çizgisinden, bırakalım özerkliği, devlete askeri ve siyasi operasyonları durdur dahi diyemeyen bir teslimiyet itirafıdır demirlenen liman.

PKK kendi tarihine özeleştirel yaklaşma becerisini gösteremediği için Öcalan’a hiçbir zaman eleştirel yaklaş(a)madı. Öcalan’ın yakalanması sonrasında, Kürdistan mücadelesini iğdiş eden tüm söylemlerini ve tezlerini, ya ilaçla ya da onu anlamamakla gerekçelendirdi. Oysa ne ilaç vardı, ne de okuyan kişinin kafasını karıştıracak anlaşılması güç metinler. Olan şey çürüten bir ideolojik zehirdi. Olmayan ve olmaması için çaba gösterilen ise ideolojik panzehirdi. Türk üstünlükçülüğünü kabullenen bu zehrin panzehiri ise ulusal kurtuluş fikriydi. Kaybedilen “dağların anahtarı” tam da buydu işte.

Öcalan tanrılaştırıldığı için tanrı gibi buyurmaktadır. Silahı bırak ve kendini lağvet bir tanrı buyruğudur. Konumu, becerisi, emeği ne olursa olsun tek bir kişinin gerek bir ulusun gerekse de bir sınıfın mücadele sürecine bu şekilde üstenci yaklaşması kabul edilebilir değildir.

Erkek tanrının bu yüzden bir kadın eş başkanı olmaz. Tek adam bu yüzden düşmanın elinde de olsa “irademdir” diye adres gösterilir. “Öcalan esirdir, görüşlerini dikkate alırız ama son karar bizimdir” dendiğinde irademizdir diye adres gösterdiğiniz hatırlatılır.

PKK yöneticileri, kadroları, savaşçıları taraftarları ve milli baskıya karşı ulusal bilince sahip geniş Kürt toplumu önemli bir sınavdan geçiyor. PKK için oldukça zor bir dönem kapıda. Kürdistan’da işgalci güç ve savaşın asıl sorumlusu PKK’eymiş gibi, bir silah bıraksa ve kendini feshetse barış gelecek, kardeşlik güçlenecekmiş havası verilmekte.

Elbette bahsi geçen sürecin ana hatlarını Kürt burjuvazisinin, Türk burjuvazisi ile öteden beri pazarı ortak sömürme gayesinin yanında, Suriye’de Aralık 2024 itibariyle değişen dengelerin ve bu dengelerin bölgede şekillendireceği yeni sürecin şifrelerinde aramak gerekiyor. Sürecin bodoslama ve yangından mal kaçırırcasına oluşu, ABD’nin önümüzdeki dönem dünya sahnesinde ortaya koyacağı politikaların güdümünde olmasından ötürüdür.

ABD ve Çin

ABD uzun zamandır Afganistan, Irak ve Suriye gibi alanlarda gerek işgallerle gerekse de “teröre karşı küresel mücadele” adı altında dikkat, zaman, insan ve ekonomik kaynaklar gibi potansiyellerini harcarken, Çin başta ekonomik gelişme olmak üzere bir çok alanda atılımlar gerçekleştirdi. Bu atılımlar sonrası “güler yüzlü emperyalizm” politikalarıyla yükselen güç olarak sivrilmeye başladı. Çin’in önlenemeyen büyümesinin etkisi artık ABD’nin arka bahçesi olan Güney Amerika’yı dahi sarmıştır. ABD artık daha yüksek ve yoğunluklu bir biçimde Çin’e odaklanmak zorundadır. Bu zorunluluk bir çok alanda, ABD’ye ayak bağı olan, onu yavaşlatan, dikkat ve enerjisini emen denge ve durumlardan sıyrılmasını koşullamaktadır. Suriye’de Esad iktidarının devrilmesi ve HTŞ yönetimine işbaşı yaptırılması, yeni bir denklemi ve ittifakları doğurmuştur. Rusya ve İran (özellikle İran) burada yenilmiş, mevcut pozisyona uygun olarak özellikle Rusya zararı en aza indirmeye çalışmaktadır. İran bölgede hızlı ve ağır bir yenilgi yaşamıştır. Direniş ekseni olarak tarif ettiği zincirin halkalarından Lübnan’daki Hizbullah, Gazze’deki Hamas 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı saldırısı sonrası ağır tahribatlar almıştır. Esad sonrası Suriye’deki manevra alanını da yitiren İran, İsrail karşısında derin bir yenilgiyi tatmıştır.

İsrail’in güvenliğinin sağlanması, İran’ın geriletildiği pozisyonun muhafazası, Rusya ve Çin’in bölgede oluşan dengeyi bozmalarına dönük hamlelerini sınırlayıcı bir denklemin oluşturulması, PKK’nin T.C. devleti ile ittifaka çekilmesi ile daha kolay olabilecektir. Kürt dinamiği, T.C. devleti ve İsrail arasında bir uyumun sağlanması, bölgede ABD’nin yükünü hafifletici sonuçlar üretmeye mazhardır.

Elbette bu politikaların oturması zaman alacaktır. Pratikte nelerin tasarlandığını bilmiyoruz. Zaman, birçok soruya aradığımız cevapları sunacaktır. Rusya ve Ukrayna savaşında, Ukrayna’nın ödeyeceği diyetin bir benzerinin Kürt Ulusal Hareketi’ne de ödetilmek istendiğine dair olan benzerlik tesadüf olmasa gerek. Trump’ın dediği gibi ‘silah ve para yardımı yaptık, karşılığını istiyoruz’.

Fırat EREN

Önceki İçerikİdeolojik, Siyasal Kuşatmanın Yaylım Ateşi ve Hakikatin Mevzisinde Siper Almak