Şan Olsun Komünist Önderin Kızıl Güzergâhına!

1399

İçerisinden geçtiğimiz süreç hem Türkiye-Kuzey Kürdistan hem de yaşadığımız Avrupa ülkeleri dâhil olmak üzere dünyanın dört bir tarafında çelişkilerin iç içe geçerek büyüdüğü ve kapitalizmin emekçiler üzerinde saldırganlığını arttırdığı bir dönemdir. Bu döneme geliş süreci zarfında küreselleşme ve neo-liberalizm masallarının büyülü tesirlerinin etkisizleştiği aşikârken, burjuvazinin saldırıları yoğunlaşmış, sistemin saldırılarına tezat bir biçimde sistem içicilik belirginleşmiştir. Bir tarafta parlamentarizm ezilenlerin önüne getirilirken; burjuvazi, emekçiler üzerinde kırbacını sallamaktadır. Diğer taraftaysa, emekçilerin mevcut sistemi yıkacak olan (öncü güçleri dâhil olmak üzere) dayanakları olan siyasal hareketler, ezilenlerin ihtiyaçlarına ters oranda modası geçmiş neo-liberalizm masalına koşmaktadır.

Hâlâ daha sistem içiciliğe karşı önemli birçok çıkışlar olsa bile, devlet dediğimiz iktidarın bir bütünlük olarak algılanmasındaki sığlık, kapitalizmin “panzehiri” olan komünizmi etkilemiştir. Çünkü bugünün dünyasında komünist öncülerin önemli bir bölümü devletin hattı sathında durmaktadır. Bunun saflarımızdaki etkileri o kadar derinlere işlemiştir ki, başta faşist TC olmak üzere genel devlet anlayışını kendi gerçekliğinde berrak bir biçimde çözümleyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ardılı olduğunu vaaz veren siyasal anlayışın sahipleri, komünist önderi belirli kalıplarla anarak geçiştirmeyi kendisine gelenek haline getirmiştir. Bu ezber hali o denli klişeleşmiştir ki, parlamentarizmi savunacak, faşist liderleri “köprüden önce son çıkış” olarak görecek kadar Kaypakkaya’nın temel yaklaşımından uzaklaşarak ondan kopacak ve bunu “Kaypakkayacılık” olarak sunacaklardır. Bu resmin, yani politik iktidar perspektifinden uzaklaşmanın, bir boyutu, önderin “kasketini” sevmek olarak onu, putlaştırmakken; diğer boyutu, resmi ideolojinin eleştirisini Mustafa Kemal olarak görüp, onun şimdiki uzantılarını neo-liberalizm bağlamında şirin bulacaklardır. Şirin bulacaklardır, çünkü “açık faşizm koşullarında” “yeni mücadele yöntemlerinin” üzerinde duran bu anlayış, postmodernizmin bir uzantısı olarak, “tarihte zorun rolünü” yadsıyacak kadar komünist önderi kuşa çevirme eğilimindedir.

Ancak, bugün katledilişinin 48. ölümsüzleşme yılında Kaypakkaya’nın ardılları, onun, elden ele uzanan bayrağını bir kez daha göğe uzatırken, Kaypakkaya’nın savunularının güncelliğini ve isabetliliğine gönderme yapıyorlar. Bu, komünist önderi klişe biçimde anlama ve anma çağrısı değildir. Bizatihi içerisinden geçtiğimiz toplumsal süreçte Önder’in tespitlerinin öncülüğünde günü ve geleceği kazanarak politik iktidarı hedefleme çağrısıdır.

Hedefleme çağrısıdır; çünkü 24 Nisan gibi bir kara tarihi özümseyerek dersler çıkaran önderlik çizgimiz, sadece Osmanlı’dan günümüze faşist TC’nin niteliğini incelememiş, bu rejimin kendisini var etme gerçekliğini çözümleyerek, kapitalist-emperyalist sistemin niteliğini göstermiş ve 24 Nisan’ı Proletarya Partisi’nin kuruluşu olarak ilan etmiştir. Tarih sahnesine böylesi bir çıkış hem ezilen ulus, milliyet ve inançlar için bir umut olmuş hem de resmi ideolojinin niteliğinin sadece bir hükümet olarak görmeme, bir bütün halinde devlet dediğimiz zor aygıtı olarak görme biçiminde anlaşılmasının önemini vurgulamıştır.

Hedefleme çağrısıdır; çünkü onun, şafak revizyonistlerini inceleme yöntemi, iki çizgi mücadelesinin ne olması gerektiğini ve halkın çıkarlarının karşısında duran siyasal hareketlerle nasıl hesaplaşılması gerektiğinin komünistler açısından bir keyfiyet değil, bir zorunluluk olduğunun belgesidir. Öyle ki, bunun sonucunda kurmuş olduğu siyasal hareketi, “Büyük Proleter Kültür Devrimine” dayandıracak, kültür devriminin bir siyasal hareket için sadece devrimden sonrasıyla ilişkili değil, her zaman için önemine vurgu yapacaktır. Böylesi bir bakışta, burjuvazinin sadece devleti yönetenler olarak algılanmamasının bizatihi onun kültürünün yaşamın içerisinde her an saflarımızda olduğunu ortaya serecektir.

Hedefleme çağrısıdır; çünkü en zor koşullar altında bile, durum ne olursa olsun, politik iktidar perspektifinden şaşılmamasının ilanıdır. Bugünlerde bu o kadar acil bir görevdir ki, ufkumuzun, politik öncüleri ele geçirenler tarafından bulanıklaştırıldığı aşamada, Kaypakkaya 11 ana ilkesindeki devrimci özle yol göstermeye devam ediyor.

Yoldaşlar, Dostlar…

Yaşadığımız Avrupa ülkelerinde başta Sarı Yelekliler’den, Black Lives Matter’a, Las Tesis’den, Rebellion Extinction’a, Fridays for Future’dan feminist hareketlere kadar çeşitli toplumsal eylemlikler son dönemlerde halkların kapitalist talana ve ayrımcılığa karşı kendisini ortaya koyma biçimiyken, “mülteci” olarak etiketlenen göçmenlere saldırılar üzerinden “aşırı sağın” güçlendiği kapitalist ülkelerde, bizlere “aşırı sağ” olarak gösterilmeye çalışılan faşizmlerin niteliğini tespit eden bir teorik-politik alt yapıya sahibiz. Bu kavrayış ki, bir taraftan bize faşizme karşı kendi yaşam alanlarımızı koruma çağrısı yaparken, diğer taraftan, onu yok etmenin bir bütün halinde antikapitalizmi, komünist siyaset yönünden algılanılmasının hayatiliğiyle ilgilidir. Çünkü kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı talan sistemi, bütün dünyada yaşayan insanları kapitalist-emperyalist ülkelere çekiyor. Göç yollarında her yıl artan oranda on binlerce göçmen hayatını kaybederken, bunun bir etkisi, göçmenlerin istenmemesiyle paralel bu ülkelerde ırkçılığın yükselimidir. Buna ancak, komünist düşünceyle karşı çıkabiliriz.

Şunu unutmayalım ki, ölümsüzlüğünün 48. yıl dönümünde komünist önder İbrahim Kaypakkaya bütüncül yöntemiyle yaşamın her alanının politik iktidar perspektifiyle kazanılmasının adıdır. Bu vesileyle Mayıs ayı bizim için yalnızca komünist önderin ölümsüzleştiği bir tarih değildir. Bu ay içerisinde Kazım Çelik ve Armenak Bakırcıyan başta olmak üzere birçok önder ve savaş kadromuz ölümsüzleşmiş, Kaypakkaya’nın kızıl güzergâhına can vererek komünizm bayrağını dalgalandırmışlardır. Bizler sadece onu ve onları anarak bu “ânı” es geçemeyiz. Önder’i anmak demek, onun yöntemini ve cüretini kuşanarak yaşatmaktan geçer. Bu nedenle onun bütün yoldaşları, “burjuva karargâhları bombalama” çağrısına katılmalı, korkmadan bir adım öne çıkmalıdır. Tarihsel değerlerimizde bu karargâhlara karşı çıkışın birçok değerli figürü olan komünist mevcuttur. Birçok yoldaşımız mücadelenin parlayan siperlerinde ölümsüzleşmişken, sistem içiciliğe karşı komünist çizgide sebat etmişlerdir. Tarihin bizi getirmiş olduğu bu aşamada ilkelerimize-değerlerimize sahip çıkmalı, değerlerimizi, zafere taşımanın mütevazi adımlarının atıldığı bu dönemde ileriye taşımalıyız. Bütün herkes Şahin yoldaşın, “cüret edelim” anlayışıyla bütünleşmelidir.

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür!

Mayıs Şehitleri Ölümsüzdür!

Şehid Namırın!

Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Kurultay Örgütleme Komisyonu – Avrupa

Önceki İçerikYüz Çiçek ve Devrimcilik
Sonraki İçerikHamasi Söylevler ve Gerçekler Üzerine