Devrimci-Demokrat Kamuoyuna,
Komünizm ve sosyalizm düşünceleri uzun yıllardan beridir kan kaybetmekte ve kitleler nezdinde de bir olumlamayla karşılaşmamaktadır. Komünizmin ve sosyalizmin kan kaybetmesi ve kitleler boyutundaki olumsuzlanmasının nedenlerinin biri burjuvazinin onunla ilgili olumsuz argümanlarının küreselleşme ve neo-liberalizmle bağlantılı tüketim toplumunda etkin olmasıyken, bununla birlikte kapitalizmin başta Avrupa ülkeleri olmak üzere kitlelere vermiş olduğu kırıntıların bütün dünyada geniş halk kitlelerinin örgütsüz kendiliğindenci hâlini yaratmasıdır.
Ancak bu, sadece burjuvazinin komünizme saldırısıyla ilgili bir durum değildir. Komünist ve sosyalistlerin birçok ülkedeki pratikleri burjuvazinin değirmenine su taşıdığı bir gerçekken, sosyalizm deneyimlerinden öğrenememe tavrı direkt olarak faal olan komünist ve sosyalist partileri etkilemiş, bunlardan bir kısmı Avrupa Komünizmi olarak sistem içi siyaseti benimsemişlerdir. Sisteme karşı komünist-sosyalist zeminde durarak, kapitalist sisteme karşı canhıraş bedeller ödeyen değerli hareketler dünyanın birçok yerinde savaşımlar veriyor olsalar bile, bu siyasal hareketler, sosyalizm pratiklerinin sonuçları üzerine ya az kafa yormuş ya da anlayamamışlardır.
Şurası bir gerçek ki, “sosyalizmlerden geriye dönüş” sorunsalını asgari düzeyde en iyi kavrayanlar olması hasebiyle hem Başkan Mao hem de onun ardıllarının çeşitli adımları olmuşsa da bir sorunsal olarak başta “Maoizm’i” savunan siyasal öncülerin soruna yaklaşımı da kendi içerisinde problemler barındırır. Bu öncüler yerine, çeşitli akademisyenler ve bilimsel düşünce üzerine çalışma yapanlar bu probleme kendi yaşam alanlarından eğilmişlerdir. Lakin “geriye dönüşler” üzerine yapılan bu çalışmalardan aktif olan birçok komünist ve sosyalist öncünün ne yazık ki haberleri bile yoktur.
Bu bihaber yaşama hâli, komünizmin Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki öncü kurmayı olan Kaypakkaya hareketinin yıllardan beridir bir keşmekeşlik içerisinde olmasının bir suretini bize sunar. Bu resim, Kaypakkayacı hareketin özellikle belirli kollarının Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında komünist önder İbrahim Kaypakkaya ile aralarına derin bir çizgi çektiklerinin sunumudur. Çünkü Kaypakkaya, “Sovyet sosyal emperyalizmi” tespitini yaparken, Sovyetlerdeki çürüme hâlini tespit etmiş ve bu anlayışla bütünleşmemiştir. Dahası, Kaypakkaya’nın, “Hareketimiz, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür” yaklaşımında Kaypakkaya’nın, “sosyalizm pratiklerine” karşı neden Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni savunduğunu anlamayacak olan bu yaklaşımın sahipleri, iktidarı ak ve kara biçiminde ikiye ayıracaklardır. Böylesi bir bakışın sonucu olarak, uzun yıllara dayanan mücadele pratiğimizin sonucunda ödenen onca bedellere karşı hareketimizin geldiği aşama memnuniyet verici olmamakla birlikte, sosyalizme ve onun değerlerine yabancılaşmış, sistem içi olmaya seğirten bir iktidarla karşı karşıya kalınmıştır.
Bu düşünce sistematiğinde, yalnızca Kaypakkaya ile değil, Marksist düşünce ile arasına derin bir çizgi çeken bu hareket biçimi, komünizmi “ideoloji” katına yükseltirken, onun hayatı ve geleceği kazanma ufkunu daraltma eğilimine girmiştir. Netice itibarıyla, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki komünist ve sosyalist bir devrimin öncü kurmay gücü, daha iktidarı alamadan “sosyalizmden geriye dönüşlerin” bir parodisi durumuna gelmiştir.
Uzun yıllardan beridir, öncünün olması gereken yerden çok uzakta olan bir yerde çakılı kalmasını sağlayan bu anlayış sahipleri, iktidarı kendi ellerinde toplamının vermiş olduğu tahakkümcü bir algılayışla, birçok gönüldaşını ve yoldaşını (bu kişiler örgütlü bile olsalar) saflarından bir biçimde uzaklaştırmışlardır. Sosyal yaşamın içerisinde var olan ve bir biçimde emek süreçlerine giren bu kişiler komünizmin önemini “örgütsüzleştirildikleri” süreçte daha fazla anlama eğilimindeyken, öncünün içerisinde önderlik pozisyonunda olanların sosyal yaşam içerisinde hiçbir üretim sürecine katılmama boyutlarındaki asalaklığın öncüyü getirdiği boyutun sonucunda, öncünün kitlelerle bağı kopmuş, toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyen bir yapı kendisini somutlaştırmıştır.
Bu nedenlerden ötürü, başta Türkiye ve Kuzey Kürdistan olmak üzere sosyalizm anlayışının ayağa dikilmesinin zorunluluğu bir ödev olarak karşımızdadır. Bu sadece Kaypakkayacı hareket bağlamında bir sorunsal olmayıp aynı zamanda bütün olarak komünist ve sosyalist hareket olarak antikapitalist sistem karşıtlığının örgütlenme sorunsalıdır.
Bu bakımdan, uzun yıllardan beridir, hareketimiz içinde devam eden ve hareketimizin iki çizgi mücadelesi temelinde tekrar ayağa dikilmesi için çaba harcayan yoldaşların mücadelesinin bir ayağını oluşturan Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin sergilemiş olduğu hareket biçiminin tasfiyeyle karşılaşmasıyla açığa çıkan yeni bir örgütlenme biçiminin zorunluluğu kendisini göstermiştir. Göstermiştir; çünkü siyasetin kendi iç dinamiklerinin sorun ve sorunları olumlu tarzda çözmek yerine “kayırmacılık” noktasında diretmesi, uzun yıllara dayanan siyasal mirasımızın sistem içi bir düzlemde sınıf işbirlikçisi bir tarzda tahrip edilmesi gibi birçok durumla karşılaşılmıştır. Unutmamak gerekir ki, iki çizgi temelinde Sosyalist Öğrenci Hareketi’nin mücadelesi saflarımızda sadece Öğrenci Hareketi ile sınırlı değildir. Birçok yoldaşımız uzun yıllardan beridir, bir biçimde tasfiyeci anlayışa karşı mücadele ederken, Sosyalist Öğrenci Hareketi’nde somutlaşan bir araya gelme durumunda kendisini bulan her bir yoldaş bu sürece aktif biçimde inşa sürecine katılmalıdır.
Sosyal yaşamın ve tarihin bizi getirmiş olduğu bu ânda hem Türkiye hem de Kuzey Kürdistan’daki bu çıkışa, kendi yaşam alanlarımız olan Avrupa’dan da bir biçimde örgütlenerek cevap verelim. Bu örgütlenme pratiğinde, Avrupa’yı “mülteci önderlik” anlayışıyla güçlendirmek yerine, enternasyonal ilişkilerin güçlendirilmesi ve bunun Türkiye ve Kuzey Kürdistan toplumsal hareketleriyle bütünleştirilmesi çabasını temel almalıyız. Ayrıca, yaşadığımız Avrupa ülkelerindeki antifaşist ve antikapitalist mücadelenin bizim perspektifimizden ele alınıp geliştirilmesi, bizlerin bu mevzilerdeki işini “mültecileştirmiyor”, aksine enternasyonalleştiriyor. Şunun bilincindeyiz ki hem yaşadığımız ülkelerdeki faşizmlerin biz göçmenleri baskılama tutumu hem de Türkiye ve Kuzey Kürdistan politik mücadelelerinin görevleri omuzlarımıza birçok yük yüklemektedir.
Bütün bunları bilince çıkararak, komünizm ve sosyalizmin kapitalizme karşı tekrardan ayağa dikilmesinin çağrısına kendi yaşam alanlarımızdan yanıt verelim. Bu çağrıya yanıt vererek hem Devrimci İnşa Kurultayı’na politik ve düşünsel katkılarımızı hem de Devrimci İnşa Kurultayı temelinde sürecin antifaşizm ve antikapitalizmle Avrupa’da, Türkiye ve Kuzey Kürdistan politik mücadelelerinin köprüsü olarak inşa edilme sürecine hazırlanalım. Unutmayalım ki, bizlerin ikili görevi bizlere daha fazla sorumluluk veriyor.
Yoldaşlar, dostlar; şunu gayet iyi biliyoruz ki yıllardan beridir saflarımızdaki bölünmelerin hiçbir olumlu sonuç vermediği ortadır. Ne var ki, politik öncü misyonunu kendinde topladığını vaaz veren, sosyalizmden geriye dönüşün neden ve nasıl olduğunun iyi bir örneğini oluşturan bürokrat anlayışın sahiplerine karşı değerlerimizi savunmak ve mücadelenin geçmiş deneyimlerinden dersler çıkararak daha ilerinin kurtarılmasının mecburiyeti karşısında politik iktidar perspektifini savunarak toplumsal mücadelelerin geliştirilmesi elzemdir. Bu nedenle bizler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan politik mücadelelerinin demokratik muhtevasının geliştirilmesi için yapılan Devrimci İnşa Kurultayı çağrısını büyük bir sevinçle karşılarken sizleri de bu sürece omuz vermeye çağırıyoruz.
Kurultay Örgütlenme Komisyonu – Avrupa