Toplumsal ve tarihsel hadiseler çoğu zaman bizim niyetimiz ve amaçlarımızdan bağımsız gerçekleşir. İstemlerimize uyan olayları nasıl bir bütün halinde ululaştırmamamız gerekiyorsa, istemlerimize uymayan vakaları da bir o kadar yerle yeksan etmememiz gerekir. Bize düşen, olaylar arasındaki bağlantıları olgularla ilişkisi içerisinde en iyi biçimde anlamak ve sonuç çıkarmaktır. Aksi halde, dünyayı değiştirme ve dönüştürme pratiğimiz hem teorik hem de pratik ayaklarıyla eksik kalacaktır. İşin bu yönü, gelecek düşlerimizin “gerçek dışı istemler” olarak yargılanmasına mahal vereceği gibi, amaçlarımızdan bir sapmaya bizi götürür.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden’in seçim kampanyası döneminde söz verdiği Afganistan’dan çekilme planının trajik ayağını oluşturan Taliban’ın, ABD ve NATO bağlantılı işbirlikçilerin boşalttığı alanları doldurması işte, tamda yazımızın girişinde belirttiğimiz “olaylar” noktasında anlaşılmayı ve çözümlenmeyi bekleyen bir vakadır. Ne yazık ki, genel sol bakış açısının Afganistan meselesini anlama biçimi içerisinde birçok eksiklik ve yanlışlık barındırır. Biz bu yazımızda, genel hatlarıyla ABD’nin geri çekilme planının Taliban’la ilişkili yönlerini ele alarak, konuya ilişkin kimi eksik ve hatalı yönleri vurgulayacağız.
Öncelikle, sosyalistlerin genel bakış açısı cihatist bir örgütlenme olması sebebiyle Taliban’ın “kesinlikle bir anti sömürgeci ya da anti işgalci bir güç olamayacağı” üzerinedir. Bu düşünce sistematiği, bir ülkedeki anti işgalciliği ya da anti sömürgeciliği her koşulda ilgili ülkedeki anti işgalci ya da anti sömürgeci gücün kendisini, ulusal ya da sol-sosyalist söylemle varlığı üzerine bina etmesi üzerinden ele almakta ve yorumlamaktadır. Ancak bu bakış açısı oldukça yanlış ve çelişkileri salt kendi dünya görüşüne göre yorumlama yönlü bir imgelemenin sonucudur. Böylesi bir puzzle oluşturma, ileriki süreçlerde de bizi yanlış analizlere sevk edecektir.
Afganistan ve Taliban örneği üzerinden baktığımızda, Taliban’ın ne derecede cihatçı ve bunun sonucu olarak insanlık düşmanı pratiklere imza attığını onun çeşitli politikalarından tarihsel pratikleriyle biliyoruz. Taliban ve benzeri örgütlenme biçimleri insanlık açısından her zaman için yıkıcı ve üzücüdür. Lakin bizim, Taliban’ın “yıkıcı ve üzücü” pratik hattıyla bağlantılı onun, Afganistan’da başta ABD olmak üzere yabancı işgalciliğine karşı bir “direnişi örgütlenemediğini” söylemek gibi bir hataya düşmememiz gerekiyor. Taliban ne kadar insanlık düşmanı pratiklere imza attıysa, o kadar da işgalciliğe karşı önemli bir direniş göstermiştir. Hatta onun 20 yıllık mücadele pratiği o kadar önemli deneyimleri kendi içerisinde barındırıyor ki, onun yürüttüğü gerilla savaşı ve kurtarılmış alanlar pratiğinden iyi dersler çıkarmamız gerekir.
Taliban bu pratiklerini yarın yine, bugün ve geçmişte yapmış olduğu gibi insanlığa karşı kullanabilir ve kullanacaktır. Lakin bizler hem onların hem de farklı gerici kliklerin pratiklerinden öğrenerek çeşitli direniş biçimleri çıkarabiliriz. Bizlerin anlaması gereken temel nokta, anti sömürgeciliğin sadece bize has bir normu ifadelendirmediğidir ve çeşitli farklı (bize uzak olan) odaklarda (Taliban örneğinde olduğu gibi) anti sömürgeci olabilirler.
Peki, neden ve nasıl Taliban anti sömürgeci bir güçtür ve milyonlarca insan biz öyle görmek istemesek de Taliban’ın “zaferini” içten içe olsa da sevinmektedir? Bu soruların asıl cevabı, 11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’a yönelik işgalinde yatar. Ancak Afganistan özgünlüğünde onun tarihinin çeşitli kodları da bu sorunun cevabını sağlamlaştırır. Afganistan başta İngiltere ve Sovyet Rusya işgalleri görmüş ve bu işgallere karşı direniş göstermiş çokkültürlü ve çokkimlikli bir ülkedir. Farklı kültürler ve kimliklere rağmen, işgalcilik hiçbir zaman Afganistan coğrafyasında başarı elde edememiştir. Bu hafızayla birlikte, ABD öncülüğünde başlatılan Uluslararası Koalisyonun işgal hareketi Afgan halkında direkt olarak tarihsel hafızasıyla bir bütünleşme sağlamıştır. Taliban’ın ilk başarısı, örgütlendiği bölgelerde kitlelere esas olarak “anti işgalcilik söylemiyle” gitmesi ve buradan kitlelere seslenmesidir. Bu, işgalin başladığı tarihten itibaren her zaman için tutmuş bir politika olarak 20 yıllık süreç boyunca etkili olmuştur.
“Anti işgalcilik söylemi” Taliban’ın örgütlenmesinin temel ayağıyken, işgalcilerin ve onların yerli işbirlikçilerinin hareket biçimleri sürekli olarak, “işgale karşı koruyanımız- koruyucumuz Taliban bizimle” anlayışını Afgan halkında oturtmuştur. Bunun oluşumunun temel ayaklarını şöyle sıralayabiliriz. Öncelikle, işgalciler yerel halkla ilişkilerinde her zaman için elitist oldular ve onlarla aralarına sınır çektiler. Afganistan’ın başkenti Kabil’in işgalcilerin yaşadıkları bölgelere bir Afgan’ın elini kolunu sallayarak girmesi gibi bir durum söz konusu bile olamazdı. Bu bölgelere giriş her zaman zordu ve girebilmeniz için “bir tanınmaya” ihtiyacınız vardı. İkinci olarak, işgalciler eliyle kurulan kukla hükümetlerin yolsuzlukları büyük dedikodulara neden oluyordu. Bu kuklalar halk tarafından her zaman için ihanetçi gözüyle değerlendirildi. Taliban, Kabil’in işgalcilerinin yaşam alanlarından Afganların uzaklaştırılması ve onlarla işbirliği yaban kuklaların yaşam tarzlarının hem kendi hem de geleneksel Afgan kültürüne bir ihanet olarak gördü ve bunun propagandasını yaptı. Buna paralel, Afganistan şehirleşme oranı olarak dünyada en düşük seviyelerde olan ülkelerden birisidir. Nüfusunun yaklaşık %26 ya da %27’sinin şehirlerde yaşadığı düşünülürken, nüfusunun büyük bir bölümü kırsal alanlarda yaşamaktadır. Bu alanlar Taliban’ın örgütlenmesinin ana noktaları oldular. Taliban, Afganistan’daki kır-kent çelişkisini iyi kullanmış bir harekettir. Kentlerin işgalcilerle iç içe ve geleneksel yaşam değerlerinden kopuşuna karşı kırlar Taliban’ın müstahkem kaleleri olmuştur ve Taliban sürekli olarak bu alan üzerinden bir propaganda üretmiştir. Bir başka noktaysa, kukla merkezi hükümetin yolsuzluklarının yanı sıra onun, polis ve askerinin de yolsuzluklara karışması ve merkezi hükümetin karakollarında olağan bir hale gelen çocuklara yönelik tecavüzlere ve cinsel istismarlara karşı Taliban, anti işgalcilik şiarını yükseltmiştir. Karakollarda çocuklara yönelik tecavüz ve cinsel istismara karşı merkezi hükümetin ve işgalcilerin sessiz kalması ve olayları örtbas etmesi, bir polisin ya da polis gücünün bireysel pratiğinden öte, işgalci ABD ve onun dostlarının yapmış olduğu pratikler olması hasebiyle halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Afganistan’ın yaklaşık 40 milyonluk nüfusunun olduğu tahmin ediliyor. Bu nüfusun yaklaşık %40’nın ise, Peştunlar tarafından oluşturulduğu düşünülüyor. Taliban hareketi, Peştunların içerisinden çıkmış ve Peştunları saflarına hızlı bir biçimde çekmiştir. Peştunlar ve diğer azınlıklar arasındaki sorunlar olagelen bir vakayken, işgal sonrası hem işgalciler hem de kukla merkezi hükümet, Peştunları büyük oranda dışlamış ve onları Taliban’ın etki alanına itmişlerdir. 40 milyonluk bir ülkede yaşayan 13 milyonluk bir nüfustan bahsettiğimizi varsayarsak, Taliban oldukça “şanslı” bir harekettir ve bu şansını boşa harcamayarak Peştunları hızlıca yıllar içerisinde daha fazla saflarına çekerek kemikleştirmiştir. Burada, merkezi hükümetin polis ve askeri güçlerinin Peştunlara yönelik hamaset tavrını dillendirmeye gerek bile yoktur.
Taliban’ın en akıllı politikasıysa, geçmişte yapmış olduğu hatayı yapmayarak farklı etnik kimliklerdeki azınlıklara yönelik bir örgütlenme politikasıyla hareket etmesidir. Taliban özellikle Afganistan’ın Kuzey’indeki diğer kimliklerin en yoksul köylülerini örgütlemeye yönelik bir duruş sergilemiş ve zamanla bu toplumsal kesimlerden kişileri saflarına başarıyla kazandırmıştır. Bu politika, Talibanların Peştuncu ve Peştunlara yönelik bir hareket imajının hızlıca silikleşmesine sebebiyet vermiştir.
Diğer bir taraftan, işbirlikçi kukla merkezi yönetimin ve işgalcilerin hızlı bir biçimde güç kaybettiği alanlarda Talibanlar kendi yaşam alanlarını yaratarak “kurtarılmış üstler” kurmuşlardır. Ancak bir farkla, onlar bizim “kurtarılmış kızıl siyasi üstler” yerine, “kurtarılmış yeşil dini üstler” kurarak iktidarlarını başarılı bir biçimde işlerlik kazandırmışlardır. Burada şeriat düzeni kurulmuş ve toplanan vergiler Taliban’a aktarılmıştır. Taliban bu politikaları uygularken, işgalcilerin bölgelerine (esasta kentlerine) düzenli saldırılarda bulunmuş, işbirlikçileri cezalandırarak kentlerde “terör” ortamı yaratmıştır. İşgalcilerin kazanı kaynarken, “kurtarılmış yeşil dini üstlerde” yaşayan milyonlar, günlük yaşamlarında bu ve benzeri şiddet pratikleriyle karşılaşmamışlardır. Bu nedenle, Taliban aradaki farkı özellikle sosyal medya üzerinden iyi bir biçimde reklam yaparak milyonlara ulaştırmıştır. Bugün, Kabil’in düşüşü sonrası milyonlarca Müslüman, “yeni barış ortamının” mutluluğundan ve bunun süreceğinden dem vuruyorlar. Çünkü onlar yıllardan beridir, vermiş olduğumuz (işgalcilerin ellerinde bulunan alanlardaki “teröre” karşı, “kurtarılmış yeşil dini üstlerdeki barış ortamına”) örneklere inanıyorlar. Bu fikir, 20 yıldır onlara akıllıca verildiğinden dolayı insanlar, bu telkinle geleceği olumlu görüyorlar.
Birde şunu belirtmek gerekir ki, kitleler iyide olsa kötüde olsa “düzeni” severler. Onlar bizim görmek istediğimiz tarzda her zaman için yaşama devrimci gözle bakmazlar. Bugün, Türkiye’de AKP ya da MHP seçmeninin bir bölümü ilgili siyasi hareketlerin ne kadar terörden beslenen ve bunun için terör yaratan siyasal odaklar olduğunu biliyorlar ama buna rağmen sürekli bu siyasal düşün dünyasından bakıyorlar. Burada bu kişilerin “aptallığı ya da cahilliğiyle” meseleye yaklaşmak oldukça sarsak ve yanlış bir ele alıştır. Bu kişiler, “onlara alışkanlıkları temelinde düzeni veren, konformizmi sunan hareketler olmalarıyla” AKP ve MHP’ye nasıl yanaşıyorlarsa, Taliban hareketine de öyle yaklaşıyorlar. İşte, faşizm ve benzeri gerici düşüncelerin kitlelerde tohum bularak yeşermesinin bir yönü burada devreye girerek önümüze gelir. Buna rağmen, “kitlelere tarihin her aşamasında devrimci” demek oldukça yanlıştır; en azından sosyalist-komünist devrim perspektifinden.
Taliban hareketinin, Pakistan ve diğer ülkeler tarafından desteklenmesi de yabana atılmamalı, ama bu kesinlikle Taliban’ın anti sömürgeci bir güç olmadığını içermez. Her anti sömürgeci güç başka ülkeler ya da güçler tarafından desteklenebilir. Taliban emperyalist güçlerin bölge üzerindeki çelişkilerinden iyi yararlanmış bir hareket olmasıyla hasebiyle bu hâletten akıllıca yararlanmıştır. Diğer bir taraftan, Taliban özellikle Pakistan’dan destek görürken, onun Pakistan örgütlenmesini de yabana atmamak gerekir. Taliban’ın Pakistan örgütlülüğü oldukça güçlü ve başarılıdır. Bu örgütlülük Afganistan-Pakistan sınırının kontrol altında tutulması, Afgan Talibanlarına lojistik destek sağlanması ve uluslararası duyarlılığı sağlamak gibi çok çeşitli görevleri olduğu bilinen bir gerçektir. Bu çeşitlilik sayesinde Pakistan’da yaşayan Peştunların yanı sıra çeşitli diğer kimliklerden insanlarda bu harekete hızlıca katılma eğiliminde olmaları, Afgan Talibanların Afganistan’daki farklı milliyetleri örgütleme nüfuzlarının hızla artmasına neden olmuştur.
Şimdiye kadar sıraladığımız hususlar daha çok Taliban’ın yaptıklarıyla ilgiliydi. Birde işin, ABD ve ortaklarının neden Afganistan’da artık daha fazla bulunmak istememeleri boyutu vardır. Bu konunun İngiltere ve ABD’nin Asya Pasifik hülyasıyla ilgili örneklendirmeleri varken bunun, Afganistan ayağının bir bataklığa dönüştüğü unutulmamalıdır. ABD bu işgal için 20 yıllık süreç boyunca 2 trilyon dolar para harcamış ve gelinen noktada daha fazla harcayarak daha fazla asker bulundurma sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Asya Pasifikteki Hong Kong, Filipinler, Hindistan ve Endonezya hattının önemi daha da artmışken, klasik sömürgecilik bağlamında bir işgal ABD için kârlı bir yatırım olmaması ABD’nin çekilme nedenlerinden birisidir. Ayrıca ortaklarının Afganistan’da bulunma noktasındaki isteksizliği de bu kararı ABD’ye aldırırken, ABD kamuoyu da işgale karşı eski olumluluğuyla bakmaz. Tabii ki, Taliban’ın direnişi de bütün bunlarda önemli bir etkendir.
Son söz yerine, anti işgalcilik açısından “demokratik muhteva” arayışını değerlendirmek gerekir. Haksız ve yanlış bir biçimde, anti sömürgeciliği ya da antiemperyalistliği ulusalcılık ya da sol-sosyalistlik ekseninde daraltmak doğru değildir. Eğer böyle yaparsak, Kaypakkaya’nın Şeyh Said değerlendirmesini nasıl yorumlayacağız? Kimi yoldaşlarımız sorunu değerlendirirken, “ama Şeyh Said ve arkadaşlarında bir ulusalcılık ya da azda olsa ulusalcılık vardı” demekteler. Farz edelim ki, Türk mahkemeleri onları yargılarken, “siz Kürt ayrılıkçılığı yapıyorsunuz” demeseydi. Şeyh Said ve arkadaşları anti işgalci olmayacaklar mıydı? Şeyh Said ve arkadaşlarının “devrimci muhtevasının” bu biçimde aranması doğru değildir. Onlar ister dini, ister ulusal olsunlar Türk işgalciliğine karşı mücadele etmiş direnişçilerdir ve Kaypakkaya’da soruna bu yönden bakmıştır. Bunun farklı bir versiyonu Kaypakkaya’yı kuşa çevirmek olur. Bu yaklaşımdan hareketle, bütün gericiliği, yanlışı ve insanlık düşmanı pratiğine rağmen, Taliban hareketinin anti sömürgeci yönünü görerek soruna yaklaşmak gerekir. Onlar her ne kadar hiçbir insanal-demokratik uygulamanın dostu olmasalar da işgalciliğe karşı başarılı olmuşlardır. Sol-sosyalistlerin özelde komünistlerin görevi, her koşulda işgalciliğe ve her türlü gericiliğe karşı komünist ideanın geliştirilmesinde izan bulur. Bu anlamda, birçok sosyalistin sosyalizmin başarısız pratiklerinin etkisiyle sağa sola savrulduğu yerde (hem Türk ulusçuluğu hem de Kürt ulusçuluğu başta olmak üzere) komünist düşünceden sapma eğiliminde oldukları aşikârken, komünistler her türlü doğmalara karşı kendilerini donatmalıdırlar. Bunu yaparken, dini faaliyetleri tümden olumsuzlayarak, ulusal kurtuluş hareketlerine methiyeler düzmek komünist bir tavır değildir. Onlar bulundukları her alanda kapitalist sistem gerçekliğine karşı komünizmin bayrağını dalgalandırmakla mükelleflerdir.
Yazımızın başlığına şimdi dönecek olursak, Taliban hareketinin “antiemperyalistliği” onun, anti sömürgeciliğe karşı mücadelesi katına çıkarılamaz. Taliban, Afganistan’ın işgalinden beri anti sömürgecilik savaşı verirken, anti Amerikancılık ve yabancı işgalci düşmanlığı üzerinden kitlelere seslenerek antiemperyalist bir poz takınmıştır. Mamafih, emperyalizmin çeşitli paktlarıyla da bir işbirliği siyaseti benimsemiştir. Yarınsa, Afganistan’dan kovduğu işgalci güçlerle işbirliği yapabilecek bir güç olarak Taliban, anti Amerikancı ve anti NATO’cu olarak antiemperyalist bir güç değildir. Sadece söylemin politik etkilerinden akıllıca faydalanmış pragmatist bir yapılanmadır. Onun antiemperyalistliği güdük bir antiemperyalistliktir. Öyleyse, bir antiemperyalist güç olmayan Taliban hem Afganistan hem de dünya halkları açısından bir şer odağı olmaya devam edecektir.
Armenak Bojan